Karl MARKS VE ÇOCUKLARI

Yedi çocuğunun dördünü parasızlık yüzünden kaybeden adam… Karl Marx...
Çocukken onun fikirlerinden korkardım…
Biraz büyüdüğümde her genç gibi bana “öcü” diye takdim edilen şeyi merak ettim…
Korktuğum şeyin” içine girdim…
Arkadaşlarım onu anlattıkça…
Ben kitapları okudukça…
Hayatın eşitsizlikleriyle zulümlerini yüreğimde hissettikçe “öcü”yü sevmeye başladım…
***
Komünizm kelimesi beni irite etse de Marksizm kelimesi çok sempatik gelmeye başladı bana… Beyaz saçlı, beyaz sakallı şişman ve heybetli
bir adamdı Karl Marks... Her şeyi çözmüş, her şeyin üstüne çıkmış, sanki tanrı katıyla insanlar arasında kalan yükseklerde bir yerde oturmuş ve hayatı teorize etmiş bir “eda”sı vardı… Milyarlarca insanı etkiledi bu dünyada… Rejimleri, savaşları, sınıfları, sistemleri…
***
16 yaşından itibaren hayatımda uzak veya yakın hep bir etkisini hissettim beyaz saçlı,
gür sakallı, karizmatik adamın…
Uzun yıllar hiç bilmedim; karizmasına karizma katan “beyaz saçları”nın parasızlık sonucu 7 çocuğundan 4’ünü kaybetmesinden kaynaklandığını…
Karl Marks’ın esasen, 8 yaşındaki oğlu Edgar’ı kaybettiği gece bir gecede bütün saçlarının beyazladığını…
Çok sevdiği oğlunda yaşadığı büyük dramın, dünya sosyalizminin teorisyeni ve isim babasını, bir gecede yaşlandırdığını…

PARAYI HİÇ SEVMEDİ MARX…
Çocukları ona “Arap” derlerdi…
Esmer teninden ve simsiyah saçlarından dolayı…
Babası Yahudi‘ydi, ancak Hristiyanlığı seçmişti…
Paradan nefret etti hayatı boyunca…
Paraya ve paranın satın aldıklarına karşı savaş açtı… “Çirkinim ben, ama en güzel kadını satın alabilirim… Demek ki çirkin değilim, çünkü çirkinliğin etkisi ve iticiliği, para karşısında yok oluyor bu dünyada… Yani para sayesinde, insan yüreğinin isteyebileceği her şeyi yapabiliyorum… Oysa insanı insan olarak kabul ederseniz, sevgiyi yalnız sevgiyle, güveni yalnız güvenle değiştirebilirsiniz…” diyordu…

KARL MARX; POLİS GÖZETİMİNDE YAŞANAN BÜYÜK AŞK…
Babası danışma meclisi üyesi olan, aristokrat bir aileden gelen Jenny’ye aşıktı… 7 yıl boyunca onunla “gizli” olarak nişanlı kaldı…
Çünkü Jenny’nin ailesi parasız ve musevilikten dönme bir ailenin çocuğuyla evlenmesini istemiyordu…
“Kalbim zincirlenmişken derinden…
Gönlüm açıldı aydınlığa,
Ne umduysam karanlıklar içinden
Sende buldum sonunda…”
Böyle yazıyordu Jenny’ye Karl Marx o kavuşamadıkları günlerde…
***
Marx’ın defterler dolusu yazdığı şiirleri okuyan Jenny ağlıyordu…
Biraz da kıskanıyordu kendi aşkını kendisinden ve hayattan:
Karl… Bugün sahip olduğum o çılgın aşkı koruyabilecek miyim?.. Senin aşkının güzelliğinden, sarsıntısından ve kucaklayışından yakınıyorum… Çünkü öyle güzel itiraf ediyorsun ki aşkını…
O coşku dolu anlatımınla bir başka kızın hayallerini süsleyebileceğini, mutlulukla doldurabileceğini düşünmemek elde değil...”
***
Jenny, kendisinden dört yaş küçük olan Marks için her şeyi yapmaya hazırdı… Ve bütün hayatı boyu, onun için her şeyi yaptı… Aristokrat ailesinin olanaklarından vazgeçti…
Parasız, aç ve ülkeden ülkeye sürgün biçiminde geçen hayatı kabul etti…
7 çocuğunun 4’ünü gözleri önünde ekonomik olanaksızlıklar yüzünden kaybetti… Bir kez olsun “gık” demedi…
***
19 Haziran 1843’te evlendiler… Marx, Köln’de çalıştığı Rheiniche Zeitung gazetesinin iktidara muhalif tutumları nedeniyle kapatıldığından işsiz kalmıştı… Paris’e gittiler…
Marks burada Duetsch Fransosche Jahrbüher isimli derginin yayıncılığına girişti… Almanya’da hakkında tutuklama kararı çıkmıştı… Böylece Paris’teki hayatı resmen bir sürgün halini almıştı…
Çok geçmeden iki yıl içinde Paris’ten de Brüksel’e sürgün edildi Marks...
***
Hayatlarında o sırada 1844’te doğan Caroline vardı… İkinci kızları Laura ve Marks‘ın çok sevdiği oğlu Edgar arka arkaya Brüksel günlerinde dünyaya geldi…
***
Ev dünya sosyalist hareketinin, merkezi gibiydi ve elbette Belçika hükümeti Marks’a ülkeden gitmesi için kapıyı gösterecekti… Jenny şöyle anlatır Belçika’dan kovuldukları o gece yaşadıklarını:
***
“Gece yarısı iki adam kapıya dayandı… Karl’ı görmek istediler… O görünür görünmez kendilerini polis olarak tanıtıp, tutuklama kararını gösterdiler… Arama yaptılar ve onu geceleyin götürdüler… Çok kaygılandım ve onları izledim…
Ne olup bittiğini öğrenmek için gece tanıdığım tüm etkili kişileri aradım… Gecenin karanlığında bir evden ötekine koşuyordum… Birden bir muhafız gelip beni yakaladı ve bir zindana attı…
Zifiri karanlık bir odada geceyi geçirdikten sonra, sabah aşağıdaki odalarda Karl’ın askeri bir kıta eşliğinde götürüldüğünü gördüm… Beni sorguladılar, bir şey söylemedim… Akşam serbest bıraktıklarında beni bekleyen üç zavallı çocuğuma ulaşabilmiştim…
Biraz sonra haber geldi…
Hemen Brüksel’i terketmek koşuluyla Karl’ı serbest bırakıyorlardı…”

OĞLU ELLERİNDE ÖLÜNCE; SAÇLARI BEMBEYAZ OLDU KARL MARX’IN…
Brüksel’den Paris’e, Paris’ten yine sürgün edilerek Londra’ya gönderildiler Marx ve eşi Jenny çocuklarla birlikte…
Bu kentler güzel görünebilir…
“Ne güzel sürgünmüş bunlar… Keşke biz de böyle sürgüne uğrasak…” diyebilir birçok kişi…
Oysa Marks’ın hayatı ise, bütün bu sürgünler boyunca beş parasız, sefil bir şekilde geçiyordu…
Sık sık elbiselerini rehin bıraktığı için evden dışarıya bile çıkamaz haldeydi o günlerde…
Haftalar ve aylar boyunca çocukları patates ve ekmek dışında yemek yiyemediler…
Jenny şöyle diyordu o günlerde yazdığı mektupta:
“Paramız olmadığı için iki icra memuru geldi ve elimde kalan son birkaç şeyi; yatakları, ipek örtüleri, elbiseleri, hatta çocukların oyuncaklarını, alıp götürdüler… Çocuklar ağlamaya başladılar…
***
Para ödenmezse 2 saat içinde ne var ne yok gelip alacaklarını söyleyerek tehdit ettiler…
Ben orada çıplak döşemenin üzerinde titreyip duran çocuklarım ve ağrıyan göğsümle kalakaldım…”
Çocuklar bir süre sonra bu hayata fiziksel olarak dayanamaz hale geldiler…
Heinrich Guido 19 Kasım 1850’de 1 yaşındayken zatürreden öldü…
14 Nisan 1852’de bu kez Fransizka 1 yaşındayken annesinin kucağında ölüverdi…
Paraları yoktu Marx ve Jenny’nin…
Kefen parasını ve cenaze masraflarını bir göçmen dostları onlar adına ödedi…
Birer yaşında ölen çocuklar, aileyi derin bir acıya sokmuştu…
***
Fakat 8 yaşına gelen Edgar’ın evin içinde gözlerinin önünde ölümü bir yıkım oldu onlar için…
Erkek çocuğu çok seviyordu Karl Marx...
-”Büyük devrimler görecek onlar” diyordu…
Çocuğun mide rahatsızlığına ve günbe gün zayıflamasına, parasızlıktan çare bulamamış, gözünün önünde ölmesine hiçbir şey yapamamıştı…
***
Edgar günbe gün eriyor, annesine, ip gibi kalan ellerini ve parmaklarını göstermemek için ablasına şöyle diyordu:
-”Annem yatağıma geldiğinde üstümü ört abla… Görmesin ne kadar zayıf olduğumu…
Karl Marks’a çok özel bir sevgiyle bağlıydı Edgar…
JennyO benim sevgili Karl’ımın bütün neşesi, bütün gururu, bütün umudu…” diyordu…
Edgar babasının kucağında 6 Nisan 1855’te öldü…
O gece Karl Marks’ın siyah olan saçları bir gecede bembeyaz oldu…

KARISINI KAYBETTİĞİNDE…
Wilhelm Liebknetch şöyle anlatır Edgar’ın ölümünü:
-“Ölü çocuğun üzerine eğilmiş sessizce ağlayan anne… Onun yanında ayakta durmuş hüngür hüngür ağlayan bakıcı… Her türlü teselliyi sert hatta ürkütücü bir telaş içinde savuşturmaya çalışan Karl Marks… Cenazeyi gömerken, bir ara Marks’ın kendisini oğlunun yanına atacağından korktum… Öyle bir ruh hali içindeydi…”
***
Kızı EleanorŞimdiye kadar yaşamış en neşeli, en canlı insan… Yürekten kahkahası herkesi saran şakacı haliyle şaka yapmadan duramayan babam...” diye tanımlardı Karl Marks’ı… Diğer çocukları sakalı ve esmerliğinden dolayı “Arap” derlerdi Marx’a…
***
2 Aralık 1881’de Jenny’yi kaybetti Marks… Sonra yaşadıkları hayatın girdaplarında 38 yaşında derin bir bunalıma giren kızını kaybetti… Bu arka arkaya kaybettiği 5. çocuğuydu Marks’ın…
Karısı ve kaybettiği 5 çocuğu…
Sürgünlerle ve mücadelelerle dolu bir hayatın karşılığıydı bunlar…
Kalbi karısının ve kızının ölümüne dayanamadı ve birkaç ay sonra 14 Mart 1883’te hayata veda etti Karl Marks...
Das Kapital ya da Türkçesiyle “Kapital” para üzerine yazılmış dünya ekonomi klasiklerinin en önemlilerinden biridir. Engels’e şöyle yazar: “Das Kapital’den gelen para, kitabı yazarken içtiğim tütünün parasını bile karşılamadı.

Alıntı