MÜSLÜMANLAR GERÇEKLERİ KABULLENMEYE BAŞLADI

Müslümanlar yavaş yavaş evrimi kabul etmeye başladılar.

Evrenin toplam ömrünün bir evrimden ibaret olduğunu en sonunda kabul ettiler.

İnsanın “şapkadan tavşan çıkarır gibi” çamurdan şekil verilip, bir de testiye üfler gibi burnuna nefes üflenerek yaratılmadığını, çok uzun süreçler sonunda bugünkü şeklini aldığını en sonunda kabullenmeye mecbur kaldılar.
Savundukları Adnan Oktar‘ın “creation/ yaratılış modelinin” Evangelist modelin bize uyarlanmış şekli olduğunu gördüler.
Ne var ki evrenin ve insanın evrimini kabul edenler dinin de kendi içinde bir tekamül geçirdiğini bir türlü kabullenemiyorlar!
Hatta şeriatın bile değiştiğini akıllarına getirmiyorlar.
Zannediyorlar ki ilk insanlar ya da Âdem Baba ve çocukları “high society“nin adab-ı muaşeret kurallarını tatbik ediyordu. Hz.Âdem, Havva anamızı istemeye giderken tek taş yüzük almıştı. =)
Sadece Tevrat‘a bakılsa, 2000 yıl içinde İsrailoğullarının dinlerinin, tanrılarının nasıl değiştiği çok rahat görülebilir. Sadece Diyanet İslam Ansiklopedisinin “Cin, melek, şeytan” kavramlarının özellikle İslam öncesi bölümlerine baksalar bu değişim görülebilir. İsrailoğulları Melek, ruh inancını Babil sürgünü sonrası geliştirmişler.

Mesela Babil sürgünü sonrası yazılan “Daniel” kitabında ilk defa Gebrael ve Mikhael‘in isimleri görülmeye başlar. Arkaik toplumların alt tanrıları zamanla demonlar /cinler, şeytanlar olur. Tıpkı Zerdüşt’ün eski tanrıları devalar/devler/cinler yapması gibi. Ahuraları melek yapması gibi..

Hatta bizim mealci dostlar ilk insan /Âdem‘in dini İslam ile bizim dinimiz İslam’ın aşağı yukarı bir ve benzer olduğuna inanıyorlar.
Oysa İslam’ın sadece Mekke ve Medine dönemine bile bakılsa ne kadar farklı uygulamalar olduğu görülebilir.
Bir ayetin nesh edilmesi onlar için mümkün değildir. Onlar için bu dinin değişmesi demektir. Onlara göre neshi kabul etmek Allah’a cehalet nisbet etmek demektir.
Oysa içki ne kadar uzun bir süreçte yasaklanmıştır değil mi?
Mekke‘de “fekkü rakabe/kölelere özgürlük” İslam’ın sloganı iken, yapılan savaşlar neticesinde Medine‘de Müslümanlar cariyeler edinmişler, bunlara dair ahkam gelmiştir. Hatta örtünmek ile ilgili ayet cariyeler ile diğer hür kadınları birbirinden tefrik etmek içindir.
Edepsizin biri “Kimse Aişe’ye göz koymasın! Muhammed ölünce onu ben alacağım” demesi üzerine “Peygamberin eşleri sizin annenizdir” ayeti nazil olmuştur.
Daha Hz. peygamber‘den sadece 2 yıl geçmiş, Hz. Ömer bazı ayetleri uygulamamıştır.

Ki Ömer;muvafakat-ı Ömer” denilen vahyin ruhunu mentalitesini en iyi anlayan sahabelerdendir. Peygamberin ifadesiyle “Kur’an onun kalbi ve dili üzere inmiştir
Eğer 1500 senedir toplum hiç değişmediyse, 1500 sene önceki dini telakki ile dünyayı idare edelim. Ganimet, cariye, köle, çocuk gelin vs. uygulamalara devam edelim!
Oysa Şafii bile Mısır’a gittikten sonra mezhebini yenilemiştir.
Kur’an‘da geçiyor diye “yetehabbetühü’ş-şeytan” hala sara, inme gibi hastalıkları cinlerin yaptığına inanalım!
Hastalara rukye, temîme, muska takmaya okuma-üflemeye devam edelim! Nasıl olsa Kur’an’da doktor “Râk/rukyeci” olarak geçiyor.
“Bütün hastalıkları yapanlar habis ruhlardır” diyen pagan animistler gibi düşünelim.
Hatta dünya dönmüyor, Güneş onun etrafında dönüyor, ya da düz demeye devam edelim.
Sahi Bizim İŞİD‘ten bir farkımız var mı? Onlar da İslam’ı asr-ı saadetteki gibi harfiyyen uygulamak derdindeler. Hafızlara ganimet olarak alınan cariye/köle kadın hediye ettiler.
Halbuki din araçtır! Tıpkı demokrasi, laiklik gibi!
Amaç insanın saadetidir.
Amaç din ve vicdan hürriyetini temin etmektir. Huzuru güveni tesis etmektir.
Din dünyayı anlamamıza yardım eder.
Bununla birlikte dünyayı anlamanın daha nice yolları vardır.
İslam, câhiliye ontolojisi ve epistemoloji (dünya görüşü ve kavramlarını) kullanarak bir ıslahata girişmiştir.
İnsanları tevhid ve adalete ve güzel ahlaka davet etmiştir.
Lakin muhataplarının varlık felsefesi yanlıştı.
Birazcık onlarla empati yapalım. 1500 sene öncesinin iptidai şartlarını hatırlayalım. Toplam 17 tane okuma yazma bilen ümmi bir toplum!
İslam, ilk muhataplarının bilgi dağarcığını, doğru bildiklerini esas alarak onlarla diyalog kurmuştur.
Fakat muhataplarının bildiği şeylerin çoğu yanlıştı.
O bakımdan lafza (nassa) değil, maksada odaklanalım!
Yoksa ümmet 1500 yıldır lafzın otoritesi altında aklını kullanmadan, nassları birbiriyle vuruşturmaktan öte bir şey yapmadı. Aklı ve dolayısıyla bilimi devreye sokamadı.
İslam’ın başlattığı devrim durdu, hatta daha da geriye ric’at edildi.
İndirilen-Uydurulan din” dilemmasına takılıp kaldık. Oysa “İndirilen din” de büyük ölçüde yerden bitmiştir. Nasıl Hz.Musa bir İbrani, Hz.İsa bir Essenî gibi düşünmüş, davranmış, yaşamışsa, Hz. Muhammed de bir Arap gibi düşünmüş ve yaşamıştır. Hz.Musa, Firavun’un sarayında adeta bir sihirbaz gibi sihirbazlarla yarışmıştır. Hz.İsa ha bire bir Essenî/şifacı gibi ömrü boyunca olmayan cinleri hastalardan çıkarmaya (exorcism uygulamaları) devam etmiştir. Dinler her zaman belli bir tarihte ve coğrafyada tatbik edilir, edilmiştir. Başka türlü olması zaten düşünülemez. Kur’an: Hukmen arabiyyen /Arabî bir yasa, Araplara yasadır. İslam hiç bir yeni ibadet, Arapların yabancısı olduğu bir itikat vaz etmemiştir. Arapların cin, melek, şeytan inançlarını biraz tashih etmiş ve kendi hedefleri için kullanmıştır. Daha da doğrusu Arap örfünü maruf adıyla büyük ölçüde şeriat/yasa yapmıştır. Sünnet (peygamberin ve kurucu ümmetin fiili uygulamaları) önden gitmiş, Kur’an da arkadan bir tashih edici (düzeltici) veya tasdik edici olarak arkadan gelmiştir.
Bırakalım şu “1400 senedir bu ümmet bu Kur’an’ı anlayamadı” falan demeyi. Onlar senden benden çok iyi anladılar. Ve anladıkları gibi yaşadılar. Dinin maksadı ve ümmetin maslahatı esas alınarak din ha bire up-date edilmelidir.
Din gökten indiği kadar yerden de bitendir. Hatta yer göğün nedenidir. Aşağıdaki sorun yukarısını belirlemiştir. Lakin bu soru veya sorunlar belli bir tarihin ve coğrafyanın sorunlarıdır.

                     İlahiyatçı Sadettin Merdin