Tarihi bir intikam aracı olarak kullananların tek silahı yalan ve iftiradır.
Hainleri kahraman, kahramanları ise hain ilan etmek tarih yalancılarının yegane amacıdır.
Herhangi bir konuda önce olayın kahramanlarını yer değiştirirler.
Haini yüceltici yalanlar uydurulurken, aynı zamanda da kahramanları küçültcü iftiralar atarlar.
Yazıp çizdikleri her konuda bu taktiği uyguladılar, uygulamaya da devam ediyorlar.
90 yılda tarih düzenbazlığında değişen bir şey yok hep benzer yalanlar, klasik iftiralar…
İskilipli Atıf konusu da diğer tarih yalanlarından farklı değil.
Bir yandan mazlum bir hoca portresi çizilip Atatürk kötülenirken, diğer yandan yaratılan mazlum hoca profilini ”mübarek hoca” konumuna yükseltecek akla ziyan yalanlar, hikayeler uydurulmuştur.
Bu yalanların kaynağı herkesin malumu Necip Fazıl Kısakürek’tir.
Hiç bir tarih ilmi olmamasına rağmen Cumhuriyet tarihini en baştan yazmaya kalkıp gerçekleri ters yüz eden Necip Fazıl İskilipliyi de es geçmemiş, şairliğinin yanında hikaye yazma konusunda da yeteneğini konuşturmuştur.
Öyle uçuk kaçık yalanlar uydurmuştur ki aklı başında olan her hangi bir insanın bu safsatalara inanması mümkün değildir.
İlkokula başlamamış bir çocuğun bile inanmayacağı yalanlara, milletin bir kesiminin yıllardır inanması tarih açısından ayıptır.
Şimdi çakma üstadın kaleminden damlayan incilere bakalım. Bir hain nasıl mübarek hoca mertebesine yükseltilmiş görelim
DÜNYACA ÜNLÜ BİR ALİM YALANI
Necip Fazıl’ın İskilipli Atıf hakkında uydurduğu yalanlardan biri İskilipli Atıf’ın dünya çapında bir alim olduğu yalanıdır.
Şaka değil. Bizim İngilizci İskilipli meğer dünyaca ünlü bir alimmiş.
Eee bu kadar büyük bir alimin de ziyaretçileri eksik olmamalı değil mi?
Necip Fazıl’da öyle düşünmüş olmalı ki İskilipliyi övmekte ayarı baya bir kaçırmış.
Güya bizim İskilipli hoca ”İptidai dahil Medresesi” öyle bir ıslah etmiş ki dünyanın dört bir yanından heyetler akın akın İskilipli hocayı görmeye gelmiş.
Medreseyi kısa zamanda öyle ıslah ediyor ki, ismi her tarafa yayılıyor ve hem madde, hem de mâna cepheleriyle örnek medresenin ne demek olduğu görülüyor.
Ecnebiler bile bu örnek medresenin manzarasına hayran…
Bir gün Amerikan elçiliğinden bir grup Atıf Hocayı ziyarete geliyor, ona İslâmiyet hakkında sualler yöneltiyor ve ayrılırken ihtiramların en taşkınını gösteriyor.
Gruptan yaşlı bir Amerikalı Atıf Hocaya şöyle hitap ediyor: — Keşke genç olsaydım da talebeniz sıfatiyle yanınızda kalsaydım. Sizden feyz alsaydım…(Son Devrin Din Mazlumları s. 85)
Amerikan elçiliğinden bir grup sadece İskilipli Atıf’ı görmeye geliyor ve ona sorular soruyor.
Artık hangi dilde konuştularsa heyette bulunan bir yaşlı Amerikalı aşka geliyor ve ”keşke öğrenciniz olsaydım” diyor.
İskilipli’nin buna ne cevap verdiğini bilmiyoruz. Büyük ihtimalle ”thank you” demiş olmalı…
İskilipli hocayı sadece Amerikalıların ziyaret ettiğini sanıyorsanız yanılıyorsunuz.
Başka bir gün de İtalyanlar İskilipli hocayı görmeye geliyor.
Dünyaca ünlü alim olmak kolay değil.
Her gün başka milletlerden heyetlerle randevusu var.
Dünyaca meşhur bir İtalyan müsteşriki de Şeyhülislâmlık kapısına baş vurarak bazı suallerine cevap istiyor.
Onu Atıf Hocaya gönderiyorlar.
Atıf Hocayla saatlerce görüşüp ilmine hayran kalan müsteşrikin sözleri: — Ben Arap ve Hind illerini gezdim ve bir çok din âlimiyle görüştüm.
Hiçbiri beni sizin kadar doyuramadı.
Yıllardır fikrimi harmanlayan en karışık ve girift meseleleri siz çözdünüz.
Her tarafa yayılan şöhretinizin ne kadar haklı olduğunu şimdi anlıyorum.(Son Devrin Din Mazlumları s. 86-87)
Yaşlı Amerikalıdan sonra İtalyanlar da İskilipli’ye hayran kalıyor.
İtalyanlarla da hangi dilde konuştuğu belli değil. Herhalde onlarla da İtalyanca konuşmuş olmalı.
Bu kadar büyük bir alim hem İngilizce hem İtalyanca biliyor olamaz mı?
Kalbiniz çok fesat..
Ne olmuş yani İtalyanlar da hayran kalmışsa. Kesin o anda kelime-i şehadet getirip müslüman olmuşlardır. Bu kadar hayranlıktan sonra müslüman olmazlarsa ayıp..
İskilipli’yi ziyaret edenler dışında islam aleminin dört bir yanından mektuplar alıyor. Dünya’nın dört bir yanındaki dergilerde yayınlanan yazılarından dolayı tebrik mektuplarının arkası kesilmiyor.
Hatta Fransa’dan iş teklifi bile alıyor.
Bu kadar da değil Kırım’dan gelen bir heyet ”hocam gel şu bizim dini müesseseleri adam et’‘ diye yalvarıyor.
Atıf Hoca, İslâm âleminin her tarafından mektuplar alıyor, birçok dergide çıkan yazıları ve bazı risaleleriyle Fas’tan Hindistan’a kadar adını ulaştırmış bulunuyordu. Hattâ Fransa’da müsteşriklerin yayınladığı bir dergi, kendisinden yüksek bir telif ücreti karşılığında İslâmiyete ait yazılar istemişti.
Bazı ecnebi idareler altında bulunan İslâm toplulukları, Türkiye’ye heyetler göndererek Atıf Hocayı ziyaret ettirirler ve başta medreseler bulunmak üzere girişilecek ıslah hareketlerini Atıf Hocadan öğrenmek isterlerdi.
Atıf Hocadan faydalanmak isteyen İslâm âleminin başında Kırım vardı.
Atıf Hocaya belki makamların en üstünü olan üç ayaklı sehpanın hazırlanmakta olduğu günlerde Kırım Müslümanlarının reisi İstanbul’a gelmiş, Atıf Hocayı Kırım’a davet etmiş ve kendisine Evkaf Nezaretiyle beraber Kırım’daki bütün dinî müesseselerin ıslahı işini sunmuştu.
Fakat Atıf Hoca, bu teklife, benzerlerine verdiği cevapla mukabele etmişti: — Vatanımdan ayrılamam! İslâmî kalkınma dâvasının iş merkezi Türkiye’dir. Başka bir yer olamaz! (Son Devrin Din Mazlumları s. 86-87)
Yalanlar bu kadarla bitse iyi.
Japon elçisi bile İskilipli hocayı ziyarete geliyor.
Tabi o da diğerleri gibi İskilipl hocaya hayran kalıyor.
Öyle mübarek bir adam ki yanına gelen çıkarken hidayete eriyor.
Japonya Büyük Elçisi Baron Uşida, İstanbul’a ayak basar basmaz, ilk iş olarak, resmî ziyaretlerinin peşinden, şöhreti Japonya’ya kadar erişen Atıf Hocayı ziyaret etmiş, onunla başbaşa saatler geçirmiş, ayrılırken de şöyle demişti: —Sizin gibi birkaç hoca daha olsaydı İslâmiyet bütün Doğuyu, bu arada da Japonya’yı fethederdi. (Son Devrin Din Mazlumları s. 89)
Peki ama gerçekte İskilipli Atıf bu kadar ünlü bir alim miydi?
21 Ocak 1926 tarihli İstiklal mahkemesi zabıtlarında İskilipli hocanın şöhretinin sınırı şöyle anlatılmaktadır: ”Fatihin tanınmış hocalarından..” Necip Fazıl’ın öve öve bitiremediği İskilipli hoca aslında budur.
Fatih’in tanınmış bir hocası.. Bu kadar abartılmasının nedeni ise ”dünyaca ünlü bir alimi astılar” diyerek Cumhuriyeti bir kat daha kötülemektir
İSKİLİPLİ ATIF’IN RÜYASINDA PEYGAMBERİ GÖRDÜĞÜ YALANI
Necip Fazıl bir yandan İskilipli hocayı tanınmış bir alim olarak gösterirken diğer yandan yarattığı hikayeyi mistik bir yalanla desteklemiştir.
Bu yalana göre İskilipli son savunmasını yapacağı gece rüyasında peygamberimizi görmüş ve güya peygamberimiz ”ne savunma yazıp duruyorsun yanıma gelsene” demiş.
Vay canına rüyaya bak be.
Peygamber bile yanıma gel diye çağırıyor.
Böyle bir hoca asılır mı yahu.
Atıf Hocanın uykusu uzun sürüyor.
Tahir Hoca müdafaasını yazmakta devam ederken Atıf Hoca birdenbire gözlerini açıyor.
Yüzünde, harikulade derin ve ince bir tebessüm…
Tahir’ül – Mevlevi’nin gözleri hayretle ve alabildiğine açık… Sanki 24 saat içine sığacak büyük kerameti şimdiden sezmiştir : —Ne o, Hocam, çabucak uyanıverdin?
Atıf Hoca gayet sakin : —Uykudan murad hasıl oldu, Yâni, beklediğim rüyayı gördüm!
—Yâni?
Tahir’ül–Mevlevi haşyet ve dehşetle ürperiyor: —Ne gördün?
Atıf Hoca yatağında doğrulmuş ve müdafaasını karaladığı kâğıtları elinde büzmüştür : —Kâinatın Fahrini gördüm. Bana «Yanıma gelmek, dururken ne diye müdafaa karalamakla uğraşıyorsun?» dedi.
Tahir’ül–Mevlevi kendinden geçmiş gibidir : —Ne diyorsun?
—Beni idam edecekler, Allah’ın sevgilisine kavuşacağım, Rüyanın sadık olduğuna hiç şüphem yok… Allah Resulünün göründüğü rüyaya fesad karışamaz. Şu var ki, müddei-yi umumînin 3 yıl hapis istediği bir dâvada idam kararı çıkmasına akıl erdirmek imkânsız… Kafam işlemiyor!
Göreceksin ki, beni asacaklar, Başka bir şeye aklım ermez! Ferman en büyük kapıdan geliyor!
—Söyleyecek söz bulamıyorum!
—Doğru! Zaten söze ne lüzum var! İşte müdafaamı yırtıyorum!
—Yapmayın! Siz onu mahkemede okuyun da ne olursa olsun!
Atıf Hoca, nurlu yüzünde aynı tebessüm müdafaasını yırtıyor ve sonra bir kâğıdın içinde toplayıp kese içine alıyor ve cebine koyuyor. (Son Devrin Din Mazlumları s.114-116)
Necip Fazıl iyi hoş hikaye yazıyor ama maalesef öyle kuyruklu bir yalan söylüyor ki neresinden tutsanız elinizde kalır.
İşte Necip Fazıl’ın hikaye yazarken bilmediği gerçekler:
1- İskilipli Atıf ile Tahirü’l Mevlevi hiç bir zaman Ankara’da aynı koğuşta beraber yatmamıştır.
Bu yüzden İskilipli hocanın Tahirü’l Mevlevi’ye böyle bir rüya anlatması mümkün değil ama büyük alimdir cinlerle haberleşmiştir diyorsanız bilemeyeceğim
2- Tahirü’l Mevlevi’nin beraat ettikten sonra yazdığı ”Matbuat alemindeki hayatım ve İstiklal Mahkemeleri” adlı eserinde İskilipli Atıf’ın son gece uzun bir savunma hazırladığını yazmıştır
”Atıf, Efendi metin görünüyordu. Suud beyin söylediğine göre gece sabaha kadar oturmuş 8-10 tane eser-i cedid kağıdını doldurmak suretiyle bir müdafaaname yazmıştı.
Yazılmışını görmediğim ve mealini öğrenemediğim o mahkemedeki müdafaanamenin kıraatı o kadar uzun sürmüştü ki o mahkemede okunurken biz merdiven altında bekliyor mahbesimizin (hapsedilen yer) kapısı kapalı olduğu için okunan şeyi işitemiyorduk (…) Atıf efendi müdafaanamesini bizzat okumuş ve hitamında (bitişinde) reis beye tevdi etmiş (vermişti) ( Tahirü’l Mevlevi- Matbuat alemindeki hayatım ve İstiklal Mahkemeleri)
Görüldüğü gibi savunmasını yırttığı söylenen İskilipli hoca, tam aksine çok uzun bir savunma yapmıştır.
Ayrıca İstiklal mahkemeleri zabıtlarına bakıldığında da uzun bir savunma yaptığı ortadadır(Ankara İstiklal Mahkemeleri zabıtları s. 280-281)
3- Son gün müdafaa yapmayan bir hoca vardır ama bu İskilipli Atıf değil Babaeski müftüsü Ali Rıza Efendidir
İSKİLİPLİ ATIF HOCA ASILDIKTAN SONRA ŞAPKA GİYDİRDİLER YALANI
Necip Fazıl, İskilipli Atıfın idamını da öyle bir anlatmıştır ki okuyunca bir film senaryosu okuduğunun hissine kapılabilirsiniz.
Anlattığı fantastik idam sahnesini de şapka ile taclandırmıştır.
Güya İskipli Atıf idam edildikten sonra şapka giydirilmiş. Kaynak: Bir rivayet
Ankara Hapishanesinin önündeki meydancıkta iki darağacı…
Biri Atıf Hocaya, öbürü de Babaeski Müftüsüne ait…
Bir güvercin kadar korku hissi vermekten uzak Hocayı arkasından kelepçelememişler, lütuf ve merhamet (!) göstermişlerdir.
Atıf Hoca sephanın altındaki alçak masanın üstünde…
Soruyorlar: —Son sözün nedir?
Son söz olarak Hocanın söylediği, bir söz değil, imanın en mukaddes ölçüsü: Şehadet Kelimesi…
Atıf Hoca, hemen hiç debelenmeden ruhunu teslim «diyor.
Sabahın henüz ilk çakıntılariyle delinmeye başlayan koyu karanlıkta mü’min gözler için, Atıf Hocanın alnım nurdan bir yazı ışıldatmaktadır: Şehadet Kelimesi.
Ertesi gün gazeteler hâdise hakkında âdeta ketumdurlar.
İç sahifelerde, birkaç satırdan ibaret kupkuru bir haber: «İRTİCA KİTAPLARI MÜELLİFİ OLUP İSTİKLÂL MAHKEMESİNCE İDAMA MAHKÛM OLAN İSKİLİPLİ ATIF HOCA ÎLE BABAESKİ MÜFTÜSÜ ALİ RIZA HOCA HAKLARINDAKİ İDAM KARARI BU SABAH İNFAZ EDİLMİŞTİR.» (Son Devrin Din Mazlumları s.119-120)
Bir rivayete göre Atıf Hocanın ölü başına şapka geçirmişlerdi(Son Devrin Din Mazlumları s.121)
Bu yalanı söyleyen tek kişi Necip Fazıl değildir.
Cumhuriyet tarihinin en meşhur yalancısı şizofren Rıza Nur’da anılarında bu yalanı yazmıştır
Kel Ali bu esnada M. Kemal’in baş celladı, Muavini de Kılıç Ali.
Kel Ali fena adam değildir.
Cidden vatanperverdir.
Fakat cahil ve safderun. M.Kemal onu istediği gibi bu cinayetlerde kullandı.
“Şunu as!” diyor, o da asıyordu.
Kılıç Ali ise mel’un, habis bir şey.
Onun bir merakı vardı, mahkum ettiği adamların asılmasında da bulunurdu.
Bu kanlı hünerini seyretmek ona zevk veriyordu. Herif mühim çingene imiş…
Bu hocanın asılmasında Hoca’nın boynuna ip geçirilirken, Kılıç Ali de başına bir şapka geçirmiş.
“Giy domuz!” demiş ve küfürler etmiş.
Zavallı böyle ölmüş ve böyle saatlerce teşhir edilmiş.
Şu Kanlı Kılıç ne bayağı bir mahluktur…
Insan asılan adama hakaret etmekten hayâ eder. Zavallı eli bağlıdır…
Ilmik gözünün önündedir.”(Hayat ve Hatıratım s.1317)
Biri ”rivayete göre” diyor. Diğeri bunu demeye bile lüzum görmüyor ama ikisinin de ortak tarafı görmedikleri halde görmüş gibi anlatıyorlar.
İşte sürekli ”Resmi tarih yalan söylüyor” diyerek binlerce belgeyi yok sayan Atatürk düşmanlarının gerçek diye koyduğu kaynaklar…
Tarihi baştan yazmaya kalkanlar işte böyle yazıyor. Şimdi nasıl cahil bir kesimin gençlerin beynini nelerle yıkamak istediğini anlıyor musunuz?
Bu mudur tarih?
Bu mudur ”Resmi tarihi çürüten gerçekler”?
TIBBIYELİ HİKMET |