GERİZEKALILARA GÖRE KURAN YETERSİZMİŞ

Vahap Yazaroğlu

DİYANET’İN DİN CİNAYETİ
-Devlet elinde çürüyen din algısı…
-Prof. Balcı, “Peygamber bunları kovardı”!
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü bugün Türkiye genelinde ki tüm camilerde Cuma namazında okunmak üzere imamlarına bir hutbe yollamış.
Konusu ise, Müslümanca yaşayabilmek için Kur’an’ın yeterli olup olmadığı üzerine.
Diyanet hükmü vermiş, fetvayı patlatmış:“-Bize Kur’an yeter- anlayışıyla Müslümanca yaşamaya çalışmak mümkün değildir.”.
Oysa yüce ALLAH, insanlığa yaptığı son çağrısı olan kutsal kitabında (Ankebut Suresi 51. ayeti): “KENDİLERİNE OKUNMAKTA OLAN KİTABI SANA İNDİRMEMİZ ONLARA YETMİYOR MU?” diye soruyor.
Ve devam ediyor:”Şüphesiz bunda inanan bir kavim için bir rahmet ve bir öğüt vardır.”
Yine ALLAH (En’am Suresi 38. ayeti): “BİZ BU KİTAPDA HİÇ BİR ŞEYİ EKSİK BIRAKMADIK.” buyuruyor.
Hal böyle iken anlaşılan o ki, 1400 yıl önce Peygamberimiz aracılığı ile insanlığa vahiyle gelen son derece açık ve net olan bu ayetler henüz Diyanete inmemiş.
Gelin hep beraber bir elimizde Diyanet’in fetvası diğer taraftan Allah’ın “çalıştırın” diye emrettiği aklımizi kullanarak iki örnekleme ile kısa bir dünya turuna çıkalım.
Diyelim ki ABD’de, OHIO Eyaletinin en ücra köşesinde küçük bir dağ kasabasında yaşayan sıradan bir Amerikalı olan Mr.Brown’ın birgün eline İngilizce bir Kur’an nüshası geçiyor.
Merak edip okuyor ve anladıklarını karısı Mrs.Brown’a da anlatıyor.
Çok sıradışı ve ilginç bulup etkileniyorlar.
Sonunda bunun Allah kelamı olduğuna inanıyor ve kitapda yazılı olan hak , hukuk, adalet, dürüstlük, ahlak, iyilik, yardımlaşma, zekat, sadaka, abdest, namaz, oruç ve vb. gibi emir ve tavsiyeleri kendi küçük yaşamlarında ve çevresinde anlayabidikleri kadarıyla uygulamaya çalışıyorlar.
Kitabın indirildiği son peygamberi ve diğer peygamberleride Kur’an’dan öğreniyorlar.
Ama ne hadis ne Buhari ne de Müslim biliyorlar.
Ellerinde İslam adına tek bir kaynak var, o da Kur’an.
Şimdi can alıcı soru şu; Bunlar Kur’an-a göre Müslüman sayılır mı ve ölene kadar Müslüman olarak yaşamaları mümkün mü?
Bugün Türkiye’de ki camilerde Cuma namazında dinleyeceğiniz Diyanet hutbelerinde anlatılan dine göre hayır.

Ya da gelin Brezilya’ya gidelim.
Diyelim ki balta girmemiş Amazon Ormanları’nın kuş uçmaz kervan geçmez bölgesinde dış dünyadan kopuk kendi halinde yaşayan ilkel bir kabile var.
Bir gün ellerine Kur’an-ın Portekizce tercümesi geçiyor.
İçlerinden okuma yazma bilen biri, çoluk çocuk, yaşlı, genç, kadın, erkek, herkesi köy meydanına toplayıp onlara bu kitabı okuyor.
Ancak hadis, rivayet, nakil, taklit gibi kavramlaradan bi haberler.
Hatta Buhari ve Müslim gibi kitapların varlığından dahi haberleri yok.
Kabile ilk defa ellerine geçen bu kitab yani Kur’an sayesinde İslam’la tanışıyor.
Ve heyecanla dinleyip etkileniyor ve inanıyorlar.
Din adına ellerinde ki tek kaynak olan Kur’an’dan öğrendikleri kavram ve kuralları kendi küçük dünyalarında ki günlük sosyal yaşama uygulamaya çalışıyorlar.
Şimdi bunların, Diyanet’in dinine göre :“Müslümanca yaşamaya çalışmaları mümkün değildir.”
O zaman Kur’an-dan öğrendikleriyle amel eden Amerikalı Mr.Brown ve ailesi ile Amazon’da ki kabile üyelerinin durumları ne oldu?
Kafir ya da dinsiz olarak mı kaldılar yoksa ellerinde ki tek kaynak kitap Kur’an-la amel etmeye çalıştıkları için tamamen yoldan çıkarak sapık mı oldular?
Bunların Müslümanca kalabilmeleri için bir yolunu bulup Türkiye’ye gelmeleri ve Diyanet’in camilerinde ki hutbelerde anlattırdığı dinle mi amel etmeleri gerekiyor?
Ölçü ne olmalı Allah’ın Kur’an la öğrettiği din mi yoksa Diyanet’in empoze ettiği din mi?
Milletin vergileriyle para havuzunda yüzen(2016 Bütçesi 6.5 milyar lira)devletin şişman kedisi Diyanet, “Kur’an’la Müslümalık olmaz” derse, bu milletde hayattakilere yaşam rehberi olarak indirilen Kur’an-ı kendi dilinde okuyup anlamak yerine, kına gecesi, nişan töreni, sünnet düğünü ve evlilik partilerinde fon müziği olarak kullanır, ya da bu dünyadan göçüp gitmiş, işi bitmiş mezarlıklarda ki işitmeyen ölülere hoparlörlerle dinletir.
Sonra da “neden başımız bir türlü beladan kurtulmuyor” diye hayıflanıp, bunların sebebi olarak Amerikayı, İsrail’i ve batıyı suçlarız.
Aslında lafı uzatmaya gerek yok.
Değerli dostum, İslam Tarihi uzmanı, aydın ilahiyatçı Prof.Dr. İsrafil Balcı, bu konuyla ilgili gerçek İslam’ın doğru algılanmasına yönelik çerçeveletip duvara asılacak nitelikte ilmi ve akademik bir değerlendirme yapmış.
Türkiye’de ki din kavramının Diyanet kanalıyla devletin elinde nasıl çürüdüğünü çarpıcı unsurlarıyla anlatmış.
Emeviler dönemindeki siyasi çalkantılar sırasında herkesin hadis uydurup Peygamber’e isnad ettiği dönemde piyasaya sürülmüş rivayetleri, yüzyıllar sonra bugün devletin resmi kurumunun eliyle tevhid adına, millete aleni olarak din diye nasıl yutturulmaya çalışıldığını, Diyanet’in nasıl din adı altında şirk pazarladığını anlatmış.
Dinli dinsiz Türkiye’de yaşayan tüm dostlarımın akıl açan bu yazıyı okumalarını salık veririm. :

—————————————————–
Prof. Dr. İsrafil Balcı’nın yazısı:

Yarın Cuma Hutbesindeki Şirk Pazarlamasına Buyurun…
Yazma diyor elim, ama gel de yazma.
Bu akşam bir kaç güzide dosttan ilginç ileti aldım.
İkisi de camilerimizde okunacak Cuma Hutbesi konusuyla alakalı.
Başlık şu “PEYGAMBERE İMAN TEVHİDİN BİR GEREĞİDİR.”

Ne yalan söyleyeyim beğenmesem de yazının başlangıcı ortalama hutbe görüntüsündeydi.
İçimden ne sakıncası var diye düşünürken, asıl maden arkadan geldi.
Okuyunca adeta şok oldum, dilim tutuldu.
Devletin resmi kurumunun eliyle tevhid adına, yurdum insanına aleni olarak şirk pazarlanıyor, benden hatırlatması.

Metni hazırlayan zatın güya Resûlüllah’ın örnekliğini anlatmaya çalışırken kendi cehaletini ve zihnindeki şirk fantezisini yurdum insanına din diye yutturmaya çalışması yenilir-yutulur cinsten değil.
Bu zırcahil her kimse aynen şöyle bir ifade kullanmış: “Namazın vakitlerini, rekât sayılarını ve nasıl kılınacağını bize Efendimiz öğretmiştir.”
Bu kişi herhalde Allah’la Resûlüllah’ın kafa kafaya verip dinin emir ve yasaklarını birlikte planladıklarını sanıyor.
Her kim isen bu “efendi” ifadesini Sevgili Peygamberimizin yüzüne kullansaydın seni rezil-rüsvay eder huzurundan kovardı.
Önce bu yalakalığı bırak.

Hadi tarih-siyer okumadın belli, peki hiç mi Kur’ân da okumadın?
Utanmadan namaz vakitlerini Resûlüllah’ın belirlediğini söyleyecek pespaye hallere düşmüşsün ve vahiyden bihaber olduğunu belgelemişsin.
Sen namaz ibadetinin Arap toplumunda var olduğunu, Resûlüllah’ın bilinen bu ibadeti kıldığının bile farkında değilsin.
En azından yazdığım NAMAZ kitabını okuyun, belki kısmen faydası olur.

Peygamber nerede namaz ibadeti için bir model-şekil tarifi yapmış?
Kur’ân’da geçen ruku, secde, kıyâm, kıraat, kaade ifadeleri ne anlatıyor acaba?
Bunları peygamber hadislerden mi öğrenmiş?
Unutma Resûlüllah namaz diye yeni bir ibadet ihdas etmemiş, içinde yaşadığı toplumda var olan ibadeti uygulamıştır.

Hazretimiz namaz ibadetinin yanı sıra oruç, hac ve zekât oranlarının da Resûlüllah tarafından belirlendiğine vurgu yaptıktan sonra, asıl bombayı patlatmış ve “BİZE KUR’AN YETER” anlayışıyla peygamberimizi, onun siretini ve sünnetini dikkate almadan Müslümanca yaşamaya çalışmak mümkün değildir” diye fetvayı basmış.
Bu talihsiz ifadeleri kullanan her kimse, efendi sen bu tanımlamanla cami kürsüsünden kimlere kendi fantezilerini din olarak pazarlıyorsun?
Senin inandığın hikaye hurafe bataklığına birileri de inanıp batmak zorunda mı?

Evet, ben “Kur’ân yeter” diyorum, sana göre ben ebedi kurtuluştan mahrum mu kaldım?
Bu ne biçim bir zihin dünyası?
Şu hale bakın devlet imkânlarıyla birileri kendi fantezisini kalkmış insanlara din diye pazarlıyor.
Size Allah adına birilerini yargılama yetkisini kim verdi?
Hiç mi vahye saygınız yok?
Düşün artık milletin yakasından, gidin kendi kulvarınızda rivayet çöplüğünüzde istediğiniz gibi devam edin.

Hezeyanlarını sıralayan zat, “Kur’an ile sünnetin arasına mesafe koyularak ebedi kurtuluşa ulaşılamaz.
Resul-i Ekrem’in şerefli sözleri olmadan Kur’an anlaşılamaz ve yaşanamaz” diye okkalı bir yargıda bulunmuş.
Beyefendi önce şunu bil ki, sözün şereflisi olmaz.
Birçok şerefsizin yalan isnatlarla Resûlüllah’a hadis izafe ettiğini yine itibar ettiğin rivayetlerden gösterebilirim.
Allah size anlaşılmaz Kitap mı gönderdi ki bu rivayetlerden kendinizi alamıyorsunuz?
Hani kitab-ı mübindi?
Dikkat edin bu ifade, Resûlüllah’ın hadisi olarak binlerce herzenin vahiy kategorisine sokulup yutturulma çabasından başka bir şey değildir.

Sizin sünnet dediğiniz nedir Allah aşkına, Kur’an’la sünnetin arasını açan kimmiş?
Sizin o şerefli söz dedikleriniz arasında bin bir türlü rezillikler var, bunları hangi hakla Resûlüllah’a isnad edip din diye yutturuyorsun?
Hezeyanlarını sürdüren zat her kimse, ‘Biz Allah’ın Kitabı’nda ne bulursak ona uyarız, hadis tanımayız’ diye bir rivayeti hadis diye yutturup, bunun üzerinden hadis olarak tanımlanan tonlarca kirli bilgiyi din diye sunma çabasında.

Efendi bu rivayet Emeviler dönemindeki siyasi çalkantılar sırasında herkesin hadis uydurup Resûlüllah’a isnad ettiği dönemde piyasaya sürülmüştür.
Taraflar uydurdukları rivayetlere itibar etmeyenleri bu yolla hizaya getirmeye çalışırdı.
Tıpkı bu gün olduğu gibi o dönemde de insanlar uydurma rivayetler yerine vahye itibar ettiğini söyleyince, onları kontrol altında tutmanın en kestirme yollarından birisiydi bu.
Asılsız iddialar önce hadis formuna sokulup sunulur sonra maksada göre kullanılırdı.
Yazık ki, yaklaşık 1400 senedir ümmet 14 adım yol gidememiş.

Madem bu rivayeti millete yutturuyorsunuz o halde buyurun bir tane de ben hatırlatayım ve bunu da zikredin (dostlarım bilir daha geçen gün paylaşmıştım): Şeddâd, İbn Abbâs’a sordu ki, “Resûlüllah bir şey bıraktı mı?’ O da, Kur’ân’ı kast ederek ‘mushafın iki kapağı arasında bulunanlardan başka hiçbir şey’ diye cevap verdi. Buhari, “Fedailu’l-Kur’an”, 16.
Hangisine inanacağız?
Hakem kim olacak?
Şüphesiz ki, vahiy.
Lakin bu talihsiz metni yazan hazrete ve buna onay veren zevata göre rivayetsiz din olmuyor.

Hazretimiz metnin sonunda duayı bastırırken her zaman olduğu gibi yine Müslümanların beleşçiliğini sergilemiş ve mahşer günü Resûlüllah’ın “şefaatine nail olma bahtiyarlığından” söz etmiş.
Allah’tan korkun.
Allah’ın rahmân-rahîm sıfatları sizi kesmedi mi?
Kimden ne dileniyorsunuz?
Hani kızına baban peygamber olsa da güvenme demişti?
Rivayet ya o yüzden hatırlattım.

Vatandaşın vergisiyle halka hurafe pazarlayan bir kurumdan zerre misali olumlu bir beklentim yok.
Vebal olacak diye işimi bıraktım içimden geçenleri dile getirdim.
Yarın siz Camilere gideceksiniz, tevhid inancınıza şirk bulaştırılmış hikâyelerle avunup işinize döneceksiniz, ama ben bu hezeyanları duymamak için gitmeyi düşünmüyorum.
Akıl sen ne büyük nimetsin.