Yüzlerce subay bavullarını hazırladı, İstanbul Kartal Adliyesi’ne doğru yola çıktı.
Sözde Balyoz darbe planı davasında yeniden yargılanmak için.
Birkaç yıl önce de yurt içinde veya dışında görevdeyken bavullarını böyle hazırlamış, haklarında arama ve yakalama kararı verildiğinde tutuklanacaklarını bile bile Çağlayan Adliyesi’ne koşmuşlardı.
Sahte dijitaller, isimsiz imzasız ihbar mektup ve e-maillerle bu dava açıldığında Genelkurmay, “Adalete, hukukun üstünlüğüne güveniyoruz, gidin” diyordu.
Gittiler,
istisnasız hepsi tutuklandı,
yıllarca hapis yaptılar.
Murat Özenalp evine dönemezken, dönebilenler sanki suçları kesinleşmiş gibi emekliye sevk edildiler.
Şimdi genç yaşta hepsi işsiz.
10 saat süren son MGK toplantısı nedeniyle 28 Şubat MGK’sı yeniden hatırlanıyor.
O vakitler adı “irticayla mücadele” olan planların yerini “paralel yapılarla mücadele” aldı.
O zamanın Batı Çalışma Grubu’nun yerine, şimdi “Gülen Çalışma Grubu”nun kurulacağından söz ediliyor.
Çoğu kimse farkında değil, ama 28 Şubat süreci halen resmen gündemde.
Ankara’da 28 Şubat’la ilgili açılan “darbe” davası sürüyor.
MGK’da alınan kararların, Başbakanlık ve bakanlık talimatlarının hesabı soruluyor.
Resmi devlet belge ve tutanaklarının yanısıra, bu davada da aynen Balyoz gibi bol miktarda dijital, isimsiz-imzasız mektup ve e-mail var.
Tam 103 emekli asker, neredeyse dönemin tüm Genelkurmay karargâhı sanık sandalyesinde.
Duruşmaya katılan o zamanın DYP Genel Başkan Yardımcısı Hasan Ekinci, “Bu bir askeri darbe değil, Meclis darbesiydi. Askerler hiçbir baskı yapmadı. O dönem transfer olan milletvekillerinin banka hesapları incelensin” dediyse de askerler yargılanıyor işte.
Geçen hafta içinde davanın en önemli tanığı-mağdur ve müştekisi sıfatıyla ifade veren, iktidara yakın Yeni Şafak’ta yazan dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu ise “BÇG yasal bir kuruluş değildir. EMASYA protokolü yasadışıdır. BÇG, EMASYA’yı hayata geçirmek için kuruldu” diye haykırdı.
Orakoğlu bunları söylüyordu, ama iktidar HDP’nin çağrısı üzerine yapılan 6/7 Ekim’deki “Kobani ayaklanması” yine HDP’nin çağrısı üzerine düzenlenen “1 Kasım Dünya Kobani Günü”nde askerleri Diyarbakır sokaklarına indiriyordu.
Dayanak da “yasa dışı” olduğu iddia edilen EMASYA protokolüydü.
Balyoz…
28 Şubat…
İstanbul Casusluk davası…
Yapılan hukuksuzlukları, kurulan kumpasları dile getirmeyen kalmadı,
lâkin Milli Savunma Bakanlığı Genelkurmay adına bu davalara müdahil olmayı düşünmedi bile.
İzmir Askeri Casusluk davasında ise Genelkurmay daha iddianame aşamasında 63 genç subayın TSK ile ilişiğini kesti, yani peşinen hüküm verdi.
Milli Savunma Bakanlığı nereden icap ettiyse, nihayet bu davaya müdahil olmak istedi, Mahkeme de kabul etti.
Tüm bunları niye mi hatırlattım?
Bir süredir TSK’nın terörle mücadelede aynen MİT Müsteşarına sağlandığı gibi, yasal güvence istediği, ancak iktidarın buna yanaşmadığı konuşuluyor ya, ondan.
Yüzlerce komutan, olmayan darbe planı yüzünden, içlerinde o dönem Genelkurmay’ın önünden geçmemiş genç subaylar da dahil yüzlercesi MGK kararına uyduğu, Başbakanlık emriyle kurulan BÇG’de çalıştığı için yargılanmış, hapis yapmışsın, Genelkurmay’ın şimdi böyle bir talepte bulunması doğaldır, hakkıdır.
Fakat, bunca yıldır bu kadar hukuksuzluk yaşanırken sessiz kalanların, şimdi kendileri için hukuki güvence istemesi biraz tuhaf kaçmıyor mu?
Daha önemlisi, bu saatten sonra hangi hukuk?
Bugün verilecek güvencenin, yarın herhangi bir hükmünün olmayacağının, birilerinin yine yakalarına yapışmayacağının garantisi var mı?
GÖREV SEFER EMRİ SUÇ SAYILIRSA
Gelelim aslında tüm bu süreci kıssadan hisse anlatan, yaşanmış öykümüze.
İsmi lâzım değil, bir emekli subaya Ankara için mutad görev sefer emri gelir. İmzalar, alır.
Peşinden 2 yıl kadar önce malûm davalarından birinden gözaltına alınıp, tutuklanır.
Cezaevinden Milli Savunma Bakanlığına, “Üzerimde görev sefer emri var. Adresim şurasıdır. Bundan sonra görev sefer emirlerinin bu adrese tebliğ edilmesi” şeklinde bir dilekçe gönderir.
Bakanlık cezaevine değil, subayın evine gönderdiği cevabi yazıda, “Görev sefer emriniz kaldırılmıştır” der.
15 gün sonra ikinci bir yazı daha gönderilir, “Hükümlü değil, tutuklu olduğu için görev sefer emrinin kaldırılmasının söz konusu olmadığı, görevin sürdüğü” bildirilir.
Nitekim subayımıza yeni Ankara için görev sefer emri gelir.
Ancak yaşananlara ve ilgisizliğe öfkelenen subay, gelen yazıyı imzaladıktan sonra şöyle bir cevap yazar: “Şu kadar yıl önce tebliğ etmediğim, haberim bile olmayan bir göreve ait bir CD’deki ‘imzasız çıktı‘ nedeni ile ağırlaştırılmış müebbet hapisle yargılanıyorum.
Devlet geleneği olmayan, hukuk devleti olmayan bir devletin sefer görev emrini kabul etmiyor, hür irademin bulunmadığı bu ortamda tebliğ ve tebellüğ de etmiyorum.
Çünkü şimdi tebellüğ edeceğim bu sefer görev emri nedeniyle ileride yargılanmayacağımı veya neyle suçlanacağımı bilemiyorum...”
Sonra mı?
Bu yazışmayı basınla paylaştığı takdirde “suç işlemiş” sayılacağına dair bir uyarı yazısı gönderilir.
Subayımız cezaevinden çıktıktan sonra yeni sefer görev emri gelir.
Ankara olan görev yeri Van yapılmıştır.
Verilecek cezayı göze alıp, bunu da imzalamaz.
İktidarın desteğiyle haksız-hukuksuz bir şekilde cezaevine konan bir subayın haklı isyanına böyle tepki gösterenlerin, bugün aynı iktidardan yasal güvence isteyecek hale gelmesine acaba ne demeli?
Mamak, Şirinyer, Eskişehir, Malatya ve Antalya’ya kucak dolusu sevgiler.
Müyesser Yıldız
|