AL SANA GENELEV
Hatırlarsınız… Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ilahiyat fakültesi öğretim üyesi Abdullah Akın diye bir herif, üniversitenin televizyon kanalına çıkarak, hiç utanmadan “1924 yılında camiler kapatıldı, Çanakkale ve Bursa’da genelev olarak kullanılan camiler var” demişti.
Bunun üzerine ben de köşemden sormuştum… “Çanakkale veya Bursa’da bu genelevlerin adresini bilen var mı? Herhangi bir devlet büyüğümüz kerhane yapılan camiyi gösterebilir mi?”
CHP Bursa milletvekili Ceyhun İrgil bu soruları resmiyete döktü, bilgi edinme kanunu çerçevesinde Bursa Valiliği’ne yazılı olarak başvurdu, “Bursa’da geneleve çevrilen cami var mıdır? Varsa hangi cami, nerede, ne zaman geneleve çevrilmiştir” diye sordu.
CHP Çanakkale İl Başkanlığı da “Çanakkale’de hangi cami, nerede, ne zaman genelev yapılmış?” diye sorarak, suç duyurusunda bulundu.
Ve dün… Bu sorulara Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nden “resmi imzalı” yanıt geldi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Vakıflar Müdürlüğü “camilerin genelev olarak kullanıldığına dair herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanılmamıştır” dedi.
Böylece… İlahiyatçı Abdullah Akın denilen herifin resmen yalan söylediği, resmen iftira attığı “devletin resmi yazısı”yla belgelendi.
E dolayısıyla şimdi “genelev” konusunda “gerçek”leri yazmanın tam vaktidir…
İkinci dünya savaşı sona ermişti. Amerikan yönetimi kuklalarını hazırlamıştı, Türkiye’yi uydu haline getirmek için fırsat kolluyordu.
Tam o sırada Washington büyükelçimiz Münir Ertegün kalp krizi geçirdi, vefat etti.
Propaganda şaheseri Beyaz Saray, bu diplomatik fırsatı kaçırmadı.
Münir Ertegün’ün cenazesini Missouri zırhlısına yükledi, ABD’nin dostluk mesajı olarak Türkiye’ye gönderdi.
Missouri zırhlısı ABD’nin en büyük savaş gemisiydi. 270 metre boyundaydı. 1600 mürettebatı vardı. Pasifik’te savaşmıştı. Japon imparatorluğunun ABD’ye kayıtsız şartsız teslimiyet belgesi Missouri’nin güvertesinde yapılan törende imzalanmıştı.
Bu kadar önemli bir savaş gemisinin adeta cenaze arabası gibi gönderilmesi, ABD’nin Türkiye’ye verdiği değeri gösteriyordu.
Hatta, Missouri tek başına yeterli görülmemiş, yanına refakatçi olarak Providence kruvazörüyle, Power destroyeri ilave edilmişti.
Tabutu taşımak için “filo” göndermişlerdi yani!
Kelimenin tam manasıyla gövde gösterisiydi.
Missouri’nin gelişi yalaka basınımız tarafından anbean takip ediliyor, vatandaşa sevinçle duyuruluyordu. “Missouri Cebelitarık’tan geçti, Missouri İtalya açıklarında, Missouri Ege sularında” filan diye manşetler atılıyordu. Fotoğralar yayınlanıyordu, gemilerden röportajlar yayınlanıyordu.
Peki, yalaka basınımızın o dönemin ilkel şartlarında Akdeniz’in ortasından fotoğraf çekebilme, röportaj yapabilme imkanı var mıydı?
Elbette yoktu.
Amerikalılar çekiyor, bunlara veriyor, bunlar da yayınlıyordu.
Yalaka basınımız bugün olduğu gibi o gün de “sahibinin sesi”ydi.
Neticede Boğaz’a demirlediler.
“Mübarek Cuma” gününe denk getirmişlerdi. Hayırlara vesileydi!
Bir zamanlar elalemin zırhlıları Boğaz’a demirledi diye kurtuluş savaşı başlatan millet… Elalemin zırhlılarını “kurtarıcı” gibi karşıladı.
Sayın ahalimiz Beylerbeyi’nden Üsküdar’a, Beşiktaş’tan Sarayburnu’na kadar bütün sahillere yığıldı, davul zurna çalındı, el sallandı.
Missouri toplumsal histeriye dönüşmüştü.
Yalaka basınımız tarihimizde ilk kez İngilizce manşet attı, sekiz sütuna “Welcome Missouri” dedi.
Kız Kulesi’ne “Welcome Missouri” afişi asıldı.
Hereke’de özel halı dokundu, üzerinde İstanbul haritası vardı, Missouri’nin komutanı oramiral Henry Hewitt’e hediye edildi.
Dolarlarını Türk parasına çevirsinler diye, Dolmabahçe’de döviz bürosu açıldı. Taksim meydanına dev boyutlu Missouri fotoğrafı yerleştirildi. Tekel, Missouri markasıyla sigara üretti. PTT, Missouri anısına pul çıkardı. Vitali Hakko’nun Şen Şapka’sı “Hoşgeldin Missouri” yazılı eşarplar bastı. Amerikan bayraklı uçurtmalar uçuruldu.
İstanbul belediyesi, Beşiktaş’tan Karaköy’e kadar tüm binaları pırıl pırıl boyadı, asfaltı yeniledi. Sadece Amerikalılara hizmet vermesi için, Dolmabahçe’yle Taksim arasında çalışan 12 adet belediye otobüsü tahsis edildi. Otobüsler ücretsizdi.
Sinemalarda, tiyatrolarda 80’er adet koltuk Amerikalılara ayrıldı, bilet parası alınmayacaktı.
Ankara’da Missouri adıyla lokanta açıldı.
Başkentin en iyi lokantalarından biri, adını Washington olarak değiştirdi.
“Rus salatası” aniden “Amerikan salatası” oluverdi!
Niko ve Aleko, iki kardeş Rum vatandaşlarımızdı. İstiklal caddesinde, Atlantik ve Pasifik adıyla iki büfe işletiyorlardı, tost, sahanda yumurta, sosis falan, bugünkü tabirle fastfood satıyorlardı. Uyanık Niko efendi, cafcaflı bir tabela hazırladı, üstüne “Amerikan salatası 35 kuruş” yazdı, büfesinin camına yerleştirdi… İstanbul kuyruğa girdi!
Memlekette ne kadar büfe, birahane, lokanta varsa, hepsi üstüne atladı, kırk yıllık Rus salatası şak diye Amerikan salatasına çevrildi.
Karaköy kerhanesi bembeyaz badana yapıldı. Duvarlarına “hoşgeldiniz denizciler” yazıldı. Amerikalı bahriyelilere hastalık bulaşmasın diye doktorlar gönderildi, kerhane komple muayeneden geçirildi.
Türk-İslam geleneğinde bir ilk yaşandı…
Dolmabahçe Sarayı’nın hemen yanındaki Bezmialem Valide Sultan Camisi’nin minareleri arasına “Welcome” mahyası asıldı.
Camiye asılan “welcome” mahyası, Türkiye’nin Demokrat Parti’yle birlikte hangi şekle bürüneceğini gösteriyordu, Amerikalıların takunyalıları nasıl kullanacağını gösteriyordu, işaret fişeğiydi.
Aradan 23 sene geçti.
NATO üyeliği, Kore savaşı, memleket topraklarına monte edilen Amerikan üsleri, Demokrat Parti iktidarında yaşanan rezaletler… Türkiye’nin kısmen de olsa uyanmasını sağlamıştı.
1968…
Amerikan 6. Filosu Türkiye’ye geldi.
Missouri gibi karşılanacaklarını sanıyorlardı ama, yanılmışlardı.
Atatürkçü, antiemperyalist gençler tarafından karşılandılar!
İstanbul’u gezmek üzere karaya ayak basan Amerikan bahriyelileri, tam bağımsız Türkiye sloganları atan üniversite öğrencileri tarafından Dolmabahçe’den denize döküldü.
Bitmedi… Üniversiteli kız öğrenciler tarafından “kızlar yürüyüşü” düzenlendi. “Türkiye 6. Filonun genelevi değildir, Türk kadını onurunu koruyacaktır, yankee go home” sloganları atıldı.
Böylesine büyük protestolara rağmen 6. Filo hâlâ Kabataş açıklarında duruyordu.
Üniversite öğrencileri “Emperyalizme karşı Mustafa Kemal yürüyüşü” yapmak üzere valilikten izin aldı. Beyazıt’tan başlayıp, Dolmabahçe üzerinden Taksim’e gireceklerdi.
Aniden…
Sihirli el değdi.
Dinci basın devreye sokuldu.
“Müslüman Türkiye, komünistlere ölüm” manşetleri atılmaya başlandı. Köşe yazarı kisvesi altındaki tetikçiler “memlekete ihanet eden bu hainleri toprağa gömme vakti gelmiştir” diye makaleler döşeniyordu. “Eyy müslümanlar, kızıl kafirlerle topyekün savaş kaçınılmaz olmuştur, sağ kalan gazi olur, canını veren şehitlik şerefini kazanır” diyen bile vardı. Camilerin önünde megafonlarla anonslar yapıldı, cuma namazı çıkışında ahali kışkırtıldı, “cihada hazır olun, din elden gidiyor” deniyordu.
Gayet netti. Amerikan çıkarlarına karşı çıkınca “din elden gidiyor”du!
Güya “bayrağa saygı” mitingi organize ettiler.
Dolmabahçe’deki Bezmialem Valide Sultan Camisi’nde toplandılar.
Amerikalıları bile şoke ederek, 6. Filoyu “kıble” yaparcasına namaz kıldılar!
Sonra da tekbirler getirerek Taksim’e yürüdüler, tarihe “kanlı pazar” olarak geçen katliamı gerçekleştirdiler. Polis-asker seyirci kaldı, taşlarla sopalarla bıçaklarla saldırdılar, iki üniversiteli öldürüldü, 200’den fazla üniversiteli yaralandı.
(6. Filonun bayrak gemisi Shangri-La uçak gemisiydi. Seneler seneler sonra, Amerikalı bahriyelilerin Dolmabahçe’den denize döküldüğü noktaya, aynı isimle, Shangri-La oteli açıldı! Ne tatlı tesadüf değil mi… Akp iktidarında yapıldı, asrın liderimiz tarafından açıldı!)
Diyeceksiniz ki, hepsini anladık ama “genelev” konusundaki “gerçek”ler nedir?
Dolmabahçe’den denize dökülen 6. Filonun İstanbul’a gelmeden önce Türkiye’de uğradığı ilk liman, İzmir’di.
Amerikan bahriyelileri karaya ayak basar basmaz, genelevin bulunduğu Tepecik’e yönelmişlerdi.
Fakat, eşekten düşmüş karpuza dönmüşlerdi.
Çünkü… Tepecik genelevinin kadınları ellerinde terlikle, süpürgeyle sokağa dökülmüştü, “defolun” diye haykırıyorlardı, “bunlar içeri girerse, evleri yakarız” diye bağırıyorlardı, Amerikalıları taşlayarak kovaladılar!
Dünyada ilk’ti.
Türkiye’deki 6. Filo protestolarının fitilini, işte bu genelev kadınları ateşlemişti.
1968-69 yıllarındaki antiemperyalist eylemlerin öncüsü, genelev kadınlarıydı.
Velhasılıkelam…
Atatürk döneminde veya bir başka dönemde, herhangi bir camimizin genelev yapıldığı iddiası, resmi belgeli yalandır, resmi belgeli iftiradır.
Bu memleketin genelev kadınlarının, bu memleketteki kindar nankör yobazlardan çok daha yurtsever, çok daha cesur yürekli, çok daha namuslu oldukları ise, tarihi gerçektir!