VİCDANSIZ DİN. AHLAKSIZ İMAN

Vicdansız din, ahlâksız iman

Vicdan, ahlâk, hukuk ve adalet insanın iç dünyasından dış dünyaya doğru birbirinin içinden katmanlar halinde çıkan, birbirini etkileyen ve birbiriyle daima ilişki halinde olan dört kavram. En dipte vicdan, sonra ahlâk, sonra hukuk, sonra adalet var. İkisi içerde, ikisi insanın dışında. İçeride olanlar vicdan ve ahlâk. Vicdan daha dipte, ahlâk insanın bütün vücuduna, organlarına yayılmış vaziyette. Hukuk ve adalet de dışarıda tecelli etmeyi bir şekilde bekliyor. Bunları içeride ve dışarıda diye tanımlarken tabi sembolik anlamda söylüyorum. Bunlar, bazen birbirinin yerine geçen, bazen birbirinin yerine de kullanılan, birbirini sürekli etkileyen, biri tetiklenince diğeri harekete geçen kavramlardır. Ama mevzuyu daha iyi anlamak için içerisi ve dışarısı diyoruz. Kavramları birbirinden ayırarak analiz, çözümleme yapıyoruz. 

Vicdan Arapça bir kelimedir ve VCD kökünden gelir. Vecd buldu, vicdan da bulma yeri demektir. Bir şeyi bulduğunuz yere vicdan diyoruz. Vicdan insanın neresindedir bilmiyoruz. Kalbinde mi, beyninde mi, beyninin neresinde, hangi lobta, beynin hangi kıvrımından çıkmakta bunu bilmiyoruz. Buraya girmeye de gerek yok, işin biyolojisini anlatmayacağım. Vicdan insanın en dip yerlerinde bir yerdedir ve orada insan bir şeyler bulur. O bulduğu şeye onun vicdanı denir.  O bulduğu  şey genellikle o kişiyi rahatsız eder. Mesela bir çocuk tankın altında ezildiğinde birden vicdanı kabarır. Nasıl olur bu? der. Veya zayıf birisini güçlü, kalabalık bir grup linç ediyor, dövünce ister istemez  müdahale eder, tepki verir.  Ve daima zayıftan, güçsüzden, haklı olup da kendini ifade edemeyenden yana bir buluş olur insanoğlunun içinde. Vicdan kişiyi bu açıdan rahatsız eder. Eğer içinde bulduğu şey dış dünyada yerine getirilmezse, gereğinin yapılamadığını görürse de vicdan azabı çeker, içten içe rahatsız olur. İşte o içinizde bulduğunuz şeye vicdan diyoruz. Onu bulduğunuz yere vicdan diyoruz. Onu bulma haline de vecd diyoruz. Vecd buluş demektir. Peki ne buluyoruz? Bulduğumuz, içimizde bizi rahatsız eden, bize ‘’böyle bir şey olamaz’’ dedirten şey, bir müddet sonra bütün vücuda, ellere, ayaklara, organlara yayılarak ‘’yapmamalıyım, etmemeliyim’’ şeklinde bir yaptırıma dönüşür. Bunu yapmamalıyım,  bunu yapmam yanlış olur, bu doğru bir davranış olmaz gibi bazı içsel yaptırımlar hissederiz. İşte buna da ahlâk diyoruz. Kişiyi içerden tutan içsel yaptırımlar, görev yükleyici yapmamalıyım, etmemeliyim, böyle davranmamalıyım dedirten şeyler. Bunlar kişinin kendi içerisinde o bulduğu şeyin organlara yansıyacak şekilde yayılmasıyla bir ödev duygusu, görev duygusu, bunu yapma-etme duygusu içine girmesi halidir. İnsanın içinde ahlâk böyle oluşan bir şeydir. 

Aynı zamanda adalet de her ne kadar dış dünyada görünürlüğü ile tecelli etsede o da ahlâka benzer bir histir, eşitlik hissidir. Mesela bir kişiyi 20 kişi dövüyor olsun veya bir çocuğu kalabalık bir grup kaçırıyor olsun veya birine çok öbürüne az veriliyor olsun veya bir futbol maçında hakem sürekli bir tarafı kayırıyor olsun hemen içimizde bir his uyanır. Dengenin, eşitliğin bozulduğunu, bir tarafa fazla yüklendiğini, diğerinin ihmal edildiğini gördüğünüz an içinizde uyanan his adalet duygusudur. Diyelim ki birisi diğerini öldürüyor ve ceza verilmiyor veya tecavüzcü mahkemede yargılanıyor ama serbest bırakılıyor hemen içinizde bir his uyanır ve ‘’bunun bedeli bu değildi, buna bir bedel ödettirilmesi gerekiyordu, cezasını niye almadı, neden elini kolunu sallayarak geziyor, yaptığı yanına kâr mı kalacak?’’ dersiniz. İşte bu dengenin bozulduğu anlarda insanın içinde adalet hissi oluşmaktadır. Ama bu daha hâlâ bir histir. Aslında o vicdanla ahlâkın arasında bir yerde bir histir ama adaletin tecelli etmesi için dışarıya çıkması gerekmektedir. Bu içimizdeki vicdan, ahlâk ve adalet hisleri dışarıya çıkarken dış dünyada hukuk şeklinde yaptırımlara dönüşür. Kaide ve kural haline gelir ve o şekilde hayatın içerisinde uygulanır. Söz konusu bu hukuk kuralları eğer birine uygulanır öbürüne uygulanmazsa, herkese eşit şekilde dağıtılmazsa, güçlüye uygulanmaz da zayıfa uygulanırsa, çarpıtılır yamultulursa o zaman da adalet tam anlamıyla yerini bulmamış olur. 

Şimdi bu üç hissi içimizden dışarıya doğru çıkarıp sıraladığımızda ve bunları soru haline dönüştürdüğümüzde şöyle olur: Vicdan der ki:‘’Bunu nasıl yaptım?’’ Ahlâk der ki: ’Bunu yapmamalıyız?’’ Hukuk der ki: ’Bunun cezası şudur.’ Adalet der ki: ‘’Bunun cezası zengin, yoksul, güçlü, zayıf için herkese aynı şekilde uygulanacaktır.’’ İşte bu üçü yan yana geldiği zaman hem vicdan donmamış, hem ahlâk yozlaşmamış, hem hukuk çarpıtılmamış, hem de adalet tecelli etmiş olur. 

Peki bunların yerine getirilmediği takdirde ortaya çıkan şey nedir? Mesela bir insanın içinde ‘’bunu nasıl böyle yaptım, ben nasıl bunu yaparım, bu nasıl böyle olur, bunu bu şekilde olmaması lazım, bu şekilde olamaz’’ gibi hisler hiç uyanmıyorsa, içimizde iyiliğe adalete, ahlâka, hukuka, barışa ve temel insanlık değerlerine dair hiçbir his bulamıyorsak o zaman bizim vicdanımız ölmüş demektir. Çünkü içimizde hiçbir şey bulamıyoruz, bulma yeri yani vicdan yok. İnsanlar ölüyor, insanların emekleri çalınıyor, aileler açlıktan dolayı topluca intihar ediyor kimseden ses yok. Hele hele yöneticiler, siyasetçiler tümüyle sessizliğe gömülüyorlar. Oysa biz onları her konuda konuşur biliyoruz.  Olur olmadık her konuda konuşuyorlar.

Son 10 gün içinde iki aile topluca olmak üzere 9 kişi intihar ediyor ülkenin birinci derecede söz sahibinden en son kişiye kadar  kimseden ses çıkmıyor. İşte burada vicdan donmuştur ve içinde bir şey bulamamaktadır. Bulsa bile bunu dile getirememektedir, söyleyememektedir. Belki de korkmaktadır, belki de utanmaktadır. Utansa yine iyi o zaman vicdan var ama  utandığını açıklayamıyor demektir. Biz burada içinde utanma duygusu dahil hiç bir şey oluşmama halini konuşuyoruz. Vicdanın donması nedir? Onu konuşuyoruz. Böyle durumlarda içimizde bir şey bulmamız gerekiyor, bizi rahatsız eden bir şey. Bütün bu olaylar olurken, insanlar öldürülürken, emekler çalınırken, çocuklara tecavüz edilirken, evler yıkılırken, insanlar sürülürken, aileler açlıktan intihar ederken, babalar eve ekmek götüremezken, analar çocuğuna süt alamazken böylesi bir ortamda eğer içimizde hiçbir şey hissetmiyorsak o zaman vicdan içimizde yok olmuş değil, donmuş demektir. Çünkü vicdan yok olmaz, vicdan donar, çeşitli sebeplerle donar. Uykuya dalarız, menfaatlerin peşine düşeriz, gözünüz bir şey görmez hale gelir ve içimizdeki vicdanın sesini dinleyemeyiz.

Victor Hugo’nun dediği gibi ‘’Tanrı her insanın vicdanındaki sestir.’Tanrı insanlara vicdanlarından seslenir. O ses Tanrının sesidir ve o sese kulak verilmelidir. O ses dışarıya doğru yansıdığında önce içeride ahlâki yaptırımlara dönüşür sonra dışarıya çıkar hukuki müeyyide olur ve herkese uygulandığı takdirde adalet tecelli etmiş olur. 

Bu nedenle bu kelime ve kavramların insan hayatında birbiriyle daima ilişkisi vardır. Vicdanı tek başına, ahlâkı tek başına, hukuku tek başına, adaleti tek başına ele alamayız. Bunlar daima birbirinin yerine geçecek şekilde ve birbirini etkileyecek şekilde bizde ortaya çıkar. Yok olur sonra yine çıkar. Bazen birisi ön plana çıkar bazen diğeri ön plana çıkar. Bazen biz de kendimizde böyle şeyler bulamayız yani olaylar karşısında vicdansız bir duruma düşebiliriz. Sonradan bunu nasıl görememişim diye diye tekrar hatırlarız. Şu halde hukukun yozlaşması ve diğerlerinin yok olması, ölmesi burada anlattığım şeylerin gerçekleşmemesi ile mümkündür. Eğer içimizde  ‘’Bu nasıl olur? Olamaz böyle bir şey!’’duygusu uyanmıyorsa vicdanımız donmuş demektir. Şunu yapmamalıyım, bunu etmemeliyim diye içsel bir yaptırım kalmamışsa ahlâkımız kokuşmuş demektir. Çünkü bizim için her şeyi yapmak mubah hale gelmiş oluyor. Şunu yapmamalıyım, buna el sürmemeliyim, şuna bunu dememeliyim gibi duygular oluşur içimizde. Herkes kendi ahlâkına uymakla yükümlüdür, başkasının ahlâkına değil. Kendi ahlâkına ters davranan ahlâksızdır ve o dışarıya çıkarken hukuki müeyyidelere dönüşür. Adam öldürmenin cezası budur, çalmanın cezası budur, çocuklara taciz edilemez, komşular rahatsız edilemez, kimseye zulüm baskı uygulanamaz gibi bunların hepsi hukuk kurallarıdır. Bu hukuk kuralları uygulanmadığı, savsaklandığı, çarpıtıldığı, kendine yontulduğu, siyasetin emrine girdiği, keyfi bir şekilde yorumlandığı takdirde hukuk yozlaşmış ve çarpıtılmış olur. Aynı şekilde hukuk kuralları zengine bir türlü, fakire bir türlü, güçlüye uygulanmayıp zayıfa uygulandığı takdirde adalet orada ölmüş demektir. Demek ki adaletin ölmesi, hukukun çarpıtılması, ahlâkın yozlaşması, vicdanın donması bu şekilde oluyor. Bu her insanda, her ülkede sürekli hiç durmadan yaşayan dinamik bir süreçtir. Dindarlar, dinsizler, inançlılar, inançsızlar, şu grupta olanlar bu grupta olanlar için fark etmez. Bu anlattığım şeyler dünyanın her yerinde ‘’ben insanım’’ diyen herkeste ortaya çıkan şeylerdir ve bu tüm insanları, toplumları ilgilendirmektedir.

Hepinize vicdanlı, ahlâklı, hukukla dolu, adaletin tecelli ettiği günler ve gelecek diliyorum.