MENDERES ve NAMUS ANLAYIŞI

KARINI SEVİYORUM
ARAMIZDAN ÇEKİL !..

Günün birinde adamın biri sizi karşınıza çektirse ve aynen “Karını seviyorum ve onunla birlikteyim. Seni aramızda görmek istemiyorum. Karından derhal boşanacaksın” derse tepkiniz ne olur?..
Bu, yerli bir dramada film repliği değildir.
Yaşanmış gerçek bir hikayedir.
Olayın baş kahramanı, gözü dönmüş kart zampara erkek, dönemin kudretli T.C. Başbakanı Adnan Menderes’tir.
Yeryüzünde çok az evli erkeğin başına gelebilecek nitelikteki bu olayda açık tehdit alan adam donar kalır.
Çaresizdir.
Şiddetli bir kroşe alan boksörün abandone haline döner.
Karısıyla birlikte olduğunu, onu sevdiğini ve aralarından çekilmesi gerektiğini yüzüne tokat gibi haykıran kişi muktedir bir tek adamdır.
Direktifi havada asla asılı kalmayacak sevilen, sayılan, korkulan bir Başbakan’dır.

************
Genç bir avukat olan 1899 doğumlu Adnan Menderes, İzmir’in saygın ailelerinden Evliyazadelerin eğitimli, güzel kızları Fatma Berin hanımefendiyle 1929 yılında evlenir.
Adnan bey 30, Berin hanım 24 yaşındadır.
1905 doğumlu Berin hanım zarif, bakımlı, güzel bir kadın olmasının yanısıra evinde hamarat, şefkatli bir annedir.
Biri bebek sayılabilecek (Aydın Menderes) sağlıklı 3 erkek çocuk annesidir.
Adnan Bey 2 yıl sonra 1931 yılında CHP Milletvekili olarak parlamentoya girmiş ve peşpeşe 4 ayrı seçimde Aydın Milletvekili olarak seçilmiş, 1945 yılında toprak reformu konusundaki aykırı çıkışları sonucu CHP’den ihraç edilmiştir.
Onu siyasete sokan kişi ise ulu önder Atatürk’tür.
Atatürk, bir toplantıda izlediği genç hukukçuyu beğenir ve etrafındakilere “Bu çocuğa sahip çıkın. Önemli vazifelere gelebilir..” demiştir ve dedikleri de kısa yaşamının her evresinde görüldüğü gibi aynen gerçekleşmiştir..
Adnan Menderes bir süre sonra kendisi gibi CHP’ye küskün Celal Bayar, Fuad Köprülü, Refik Koraltan ve Fatin Rüştü Zorlu ile Demokrat Parti’yi kurar.
Türkiye’nin çok partili ilk seçimi olan 1950’de yüzde 52.7 oy almalarına rağmen seçim sisteminin bir lütfu olarak 420 milletvekiliyle Meclis’e girerler.
Türkiye artık -izleri bugün de net görülen- yeni bir döneme adım atmıştır.
Türkiye’nin sevk ve idaresi hızla değişmekte, kamu yönetimini DP yandaşları doldurmaktadır.
Aynı yıl, yani 1950’nin Sonbaharı’nda Ziraat Bankası Genel Müdürü Mithat Dülge Ankara’da görkemli bir resepsiyon verir. Onur konuğu olarak Başvekil Menderes’te kalabalık salonda bulunmaktadır.
Gözleri salonda genç bir kadına zumlanır.
Ceylan görünümlü bu afet, Adnan beyimizin adeta kalp ritmini bozar.
Kimdir bu eşsiz peri kızı?..
Yanındaki DP Sakarya Milletvekili Rıfat Kadızade’ye sorar. Rıfat bey, daveti veren Mithat beyin yeğeni, henüz tanınmayan genç opera sanatçısı Ayhan Aydan olduğunu söyleyince, Adnan bey cazibeli, güzel kadına doğru yönelir.
Adnan bey o akşam Ayhan hanımla sohbeti koyulaştırır ve protokol kurallarını bir yana bırakarak yanına kimseyi yanaştırmaz, birlikte bahçeye çıkıp içkilerini yudumlarlar.
Romantik bir birlikteliğin ve drama senaryolarına konu olacak görülmemiş aşkın ilk adımı atılmıştır artık.
Menderes henüz öğrenmemiştir ama Ayhan hanım evlidir, üstelik 6 yaşında bir de oğlu vardır.
Sıhhıye semtinde Sağlık Bakanlığı’nın yanındaki sokakta, bir apartmanın giriş katında kiracı olarak oturmaktadır.
Ve ertesi gününe bambaşka bir Ayhan olarak başlar.

**********************

Sabah kapı çalar.
Karşısında takım elbiseli, asker gibi saygılı duran bir kişi, önüne bakarak, Başvekilin selam ve hürmetleriyle, naçizane hediyesini getirdiğini söyler.
Hediye dediği nesne, kapıda duran son model bir Amerikan otomobildir.
1950 yılında Ankara kaşık kadar bir yerdir.
Bir ucundan diğer ucuna yarım saatte yürümen mümkün. Ulus, Sıhhıye ve Kızılay.. neredeyse hepsi bu.
Nüfus desen sahil köyü kadar. Birbirini tanımayan yok.
Özel aracı olan insan sayısı ise parmakla sayılacak kadar az.
Buzdolabının bile henüz evlere girmediği 1950 yılından söz ediyoruz.
Bugün bir çılgın aşığın sevgilisine Boeing uçak hediye ettiğini düşünün. Olay aynen bu.
Bu beklenmedik yıldırım aşk çok kısa sürede Ankara’da duyulurken Başvekilimiz de çocuklu, evli bir kadına aşık olduğunu öğrenmiştir artık.
Ancak gönül ferman dinlemez.
Sevda şerbetini içmiştir artık.
Adnan bey 51 yaşında, 21 yıllık evlidir.
Bu ilişki onu bir anda sanki 30 yaşına döndürmüştür.
Ayhan hanımla her gün görüşmeye, konuşmaya başlar.
Dahası, bazı önemli resmi görüşmeleri ve randevuları bile iptal edip makam aracıyla sevgilisine gidip saatlerce orada kalmaktadır.
Devlet adamlığı ciddiyetiyle bağdaşmayan bu davranışları Başbakan’ın yakın çevresi de onaylamamaktadır ancak hiç kimse ona dur deme cesaretini gösterememektedir.
Sadece Ayhan hanımın annesi kızını kenara çekerek bu ümitsiz aşktan hemen kopmasını, yoksa herkes için katlanılması çok zor sonuçlar doğuracağını söyler.
Ana hissiyatıdır işte bu..
Kimselerin göremediğini, bilemediğini, duyamadığını ve hissedemediğini görebilen annenin hissiyatıdır.
Öyle bir terazidir ki, gerçekleri miligramla tartar. Asla şaşmaz.
Ve tarihin akışında anne haklı çıkacaktır.

*************************

Ayhan hanımın kocası evden uzaklaşır, oğlu Londra’ya gönderilir ve 14 yaşındayken trafik kazasında ölür.
Opera sanatçısı Ayhan hanımla Başbakan Adnan beyin aşklarının meyvesi ise beklenenden çok erken dünyaya gelir. Evde doğan erkek bebek ancak 7-8 saat yaşadıktan sonra gözlerini kapatır. Bu bebek halen Cebeci Asri Mezarlığı’nda yatmaktadır. Mezarlık ve defin kayıtlarında sadece annesinin, yani Ayhan Aydan’ın adı geçer.
Bu olay Yassıada duruşmalarının ünlü “Bebek Davası” olarak anılarda yerini korumaktadır.
Bu davada sanık olan Adnan Menderes, kendisine yöneltilen kasıtlı ve anlamsız suçlamalara rağmen suçsuz görülüp, beraat etmiştir.
Duruşmada tanık olarak dinlenen anne Ayhan Aydan, kalabalık mahkeme heyetinin karşısında dimdik durarak Menderes’i çok sevdiğini, ondan çocuk sahibi olmayı çok arzu ettiğini, bunun da gerçekleştiğini ancak kaderin önüne geçilemeyeceğini, yaralı ama gururlu bir kadın olarak mertçe dile getirir.
Bu korkusuz ve yürekten gelen dürüst ifadenin hem mahkeme heyetini hem de tribünlerdeki dinleyicileri derinden etkilediğini, salonda duygusal kesitler yaşandığını anımsarız.
Zaten o günlerin gazete haberleri ile yorumlardan da kamuoyunda “Keşke yaşanmasaymış. Ne talihsizlikmiş bu böyle..” havasının estiği hatırlardadır.

*********************

Gelelim işin bir başka yönüne.. Ayhan hanımın talihsiz kocası o dönemin ünlü müzisyeni Hasan Ferit Anlar’dır.
Dünya klasik müziğinin mabedi sayılan Viyana’da eğitim görmüştür. Kanun virtüözüdür.
Deyim yerindeyse telleri okşamaya başladığı zaman kanun kimi zaman hüzünle, kimi zaman coşkuyla adeta konuşmaya başlar.
O dönemde dünya müzik otoriteleri “Muhteşem Türk Beşlisi”nden söz etmekte ve yetişen bu müzisyenlerin yeni eserler sunmasını beklemektedir.
Bu yetenekli grubun abisi, otoritesi, kıdemlisi, hocası Hasan Ferit Anlar beydir.
Grubun gelecek vaadeden diğer dört müzisyeni ise; Ahmet Adnan Saygun, Cemal Reşit Rey, Ulvi Cemal Erkin, Necip Kazım Akses’tir.
Bu dört müzisyenimiz genç yaşta “Devlet Sanatçısı” ünvanını almış ancak Menderes’in talimatıyla Hasan Ferit Anlar’ın hakkı çiğnenmiştir.
Atatürk, ilk operanın bestelenmesini emretmiş, sofrasında her fırsatta sanatçılara yer vermiş ve sanatı olmayan bir toplumun asla yücelemeyeceğini defalarca tekrarlamış bir önder.. ve onun aramızdan ayrılışından 13 yıl sonra bir Başbakan’ın sevgilisinin kocasını cezalandırmak adına aldığı basit, aptalca, haksız bir karar.
Hasan Ferit Alnar sanatçı duygusallığı ve yaşamın kendisine sunduğu çarpıklık içinde doğal olarak hayata küser.
Bu olay Cumhuriyet tarihimizde bir siyasinin bir sanatçıyı keyfi cezalandırdığı ilk kötü örnek olaydır.
Ne yazıktır ki; İyi örnekleri kopyalamakta acemi ama kötü örnekleri kopyalamakta usta olan bazı siyasetçilerimiz, günümüzde de sırf kendi meşreplerine uymadığı gerekçesiyle, makul ve mantıklı bir açıklama bile yapmaktan aciz şekilde sanat insanına karşı gaddar ve kindar olabiliyorlar.
Her neyse.. tarih en yüce hakimdir.

********************

Adnan Menderes Yassıada’da vatana ihanet suçlamasıyla idama mahkum edildi. Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile beraber İmralı adasına nakledildi.
Tarih 17 Eylül 1961. Öğlen saat 13.20 sularında Adnan Menderes beyaz kefeniyle, boynunda idam fermanıyla darağacına çıkarıldı.
Bir dönem kapanmıştı artık.
İmralı’da izbe bir köşeye Polatkan, Zorlu ve son olarak Menderes’in naaşları gömüldü.
Kimdi bu Adnan Menderes?
Çok eşli olabilen hiperaktif bir doyumsuz erkek mi?
Seksüel fantazileri sınır tanımayan bir maceraperest mi?
Gerçek mutluluğa erişememiş, kişiliğini bulamamış, arayış içindeki zavallı, çocuksu bir aşk kölesi mi?
Gizli ilişkilerden müthiş keyif ve heyecan duyarak iç dünyasında yarattığı fırtınalarla kendini fenomen yerine koyan bir manyak mı?
Her çiçekten bal toplamaya yatkın, sıradan, bildik bir kart horoz zampara mı?
Yoksa daha farklı, daha renkli bir hasta, bir klinik vaka mı?
Bilemiyoruz.
Öğrenmek için vakit artık çok geç.
Zira Adnan Menderes’in tutkulu aşkı sadece Ayhan hanımla sınırlı değil.
Onunla tanışmadan önce, evli olmasına rağmen Ankara’da milletvekili olmadığı 1946 yılında Mukaddes isimli bir kadınla bir süre kaçamak aşk yaşıyor. Dönemin derin devleti bunu belirliyor.
Menderes’in beklenmedik, şaşırtıcı aşk bombası ise İstanbul’da 1953 yılında patlıyor.
İstanbul Emniyet Müdür muavini Ferit Avni Sözen’in normal tayini çıkar.
Karısı Suzan hanım bu tayini isterse Başbakan Menderes’in durduracağını öğrenince ricacı olur.
Suzan hanım Rus anneden ve Türk babadan olma, sarı saçlarıyla, ince belli fiziğiyle erkeklerin rahatça başını döndürebilecek fiziki kapasiteye sahip bir kadındır.
Roman yazarıdır. Genellikle aşk romanları kaleme alır.
Menderes ilk görüşte Suzan hanıma da adeta vurulur.
Polis kocasının tayinini durdurmakla kalmaz, emniyet teşkilatında ona derece kazandırır.
Suzan hanım romantik olduğu kadar gücü seven, ihtiraslı bir kadındır.
Çok kısa sürede ikisi arasında ilişki başlar.
Suzan hanım Teşvikiye’de, İstanbul’un en gözde apartmanlarından biri olan Belveder Apartmanı’nda 4. katta oturur. Menderes sık sık eve gelmektedir.
Bu apartmanın kapıcısının şimdilerin holding patronu İbrahim Polat olduğu, süreç içinde Menderes sayesinde o dönemler bomboş olan Beşiktaş Fulya’da arsalar ve yüklü bahşişler aldığı ve hatta oğlu Adnan Polat’ın adının Menderes’in izniyle konulduğu, dedikodusu yaygındır.
Taksim’de İstanbul’un panoramik manzarasına sahip ünlü Park Otel’in kral dairesi de Menderes’in çok sık kullandığı mekanlardan biridir.
Burada Suzan hanımla rakısını yudumlayıp İstanbul’un imarı konusunda sohbet ederken, eşi polis müdürü resmi kıyafetiyle aşağıda nöbet beklemektedir.
Sonuç olarak Adnan Menderes nikahlı karısını aldatan, kaçamak aşk yaşayan hercai bir erkektir.
Daha sonra evli ve çocuklu bir kadına aşık olur.
Sevgilisini paylaşamayacağını belirterek nikahlı kocayı tehditle uzaklaştırır.
Gözü kimseleri görmeyen kazanova Başbakan bir süre sonra İstanbul’da bu kez yine evli bir kadına sırılsıklam aşık olur.
Gönül maceraları dizi filmlere senaryo olacak kadar ilgi çekicidir.
Hayatına giren farklı kadınlarla mutlu bir beraberelik ve yaşam kuramamış, bu fırtınaları doğal olarak kimi zaman görevine yansıtmış kişidir.
Yargılanırken, özel hayatı ve sevgilileri elbette konu olmuş, bu kadınlar ile yakın çevresine milletin parası olan örtülü ödenekten nasıl harcamalar yaptığı sorulmuştur.
Kararı verecek hakimlerin, yargılanan kişinin özel hayatından veya konumundan artı veya eksi yönde etkilenmemesi söz konusu olabilir mi?
Bu durumda; Menderes’in kaderini belirleyen mahkeme kararında, ortalığa saçılan özel hayatındaki renkli yaşamın acaba etkisi var mıdır?
Hayır demek mümkün mü?
Yarım asırdan fazla zaman geçmesine rağmen Adnan Menderes’i görmemiş, tanımamış, o günlere, olaylara tanık olmamış pek çok kişi onu bugün “Demokrasi şehidi” olarak tanımlamaktadır.
Bu tamamen anlamsız, tutarsız ve cahilce bir yaklaşımdır.
O günün muhalefet partisi olan CHP ile lideri rahmetli İnönü’yü yıpratmayı, karalamayı hedef alan ucuz bir propaganda taktiğidir.
Menderes, kendisinden kaynaklanan inanılmaz hatalarla sonunu hazırlamış, kudretli ama çok talihsiz, mutsuz bir insandır. “Demokrasi şehidi” ünvanını alacak tek bir girişimi veya olayı yoktur.
O’nu rahmetle ve siyasi geçmişimizde izler bırakan bir Başbakan olarak anmak, yaşanmışlardan dersler çıkarmak, tarihimiz adına sanırım daha yerinde ve gerçekçi olacaktır.

CAHİT ÇATALOĞLU