Toz…
Sadece toz…
On dört gündür gece gündüz yollardaydı. Otomobilin gittiği istikamette batan güneş, mavi gözlerini kamaştırdı. Cebinden camları kömür karası gözlüğünü çıkardı. Üstüne yapışan mübarek vatan toprağının yorgun tozlarını beyaz gömleğiyle temizledi.
“Şu kasabaya sür çocuk” dedi.
Şoförüyle Turgutlu’yu şöyle bir turlayıp Armutlu’ya doğru yola koyuldu. Köyden dumanlar yükseliyordu. Güvenli bir sokakta otomobilden indi. Yanan ahşap evlerin çatırtısı ağustos böceklerinin sesleriyle karışmıştı. Tebdili kıyafet içindeydi…
Karşıdan yetmiş seksen yaşlarında kırık bastonuyla seke seke ilerleyen bir amca yaklaştı. Bir otomobile bir kara gözlüklü adama baktı. Sonra koynundan bir fotoğraf çıkardı. Bir fotoğrafa bir adama baktı. Adam o sırada gözlüğünü hafifçe alnına doğru kaldırınca olanlar oldu!
Yaşlı amcanın eli ayağına dolaştı. Rengi beyaza çaldı. O an yetmişlik dededen çıkan yirmilik ses tüm köyü inletti.
“Sensin O, sensin! Kemal’imiz geldi’”
Tüm köy ahalisi koşa koşa Mustafa Kemal’in yanında bitti…
Kimi elini, kimi ayağını, kimi otomobilinin tekerleğini öptü.
Savaş olanca hızıyla sürmekteydi.
Zafer mutlaktı ama netice nihai değildi.
Tekrar otomobile bindiler;
“Şu tepeye sür çocuk” dedi.
9 Eylül 1922 öğle vaktiydi.
Önce Fahrettin Paşa’nın İzmir’e girdiği haberi geldi, sonrasında da Alsancak, Karşıyaka ve Bornova’da yer yer çatışmaların devam ettiği haberi…
Tekrar arabaya bindiler. Akşamüzeri Nif’e geldiler. Nif, Mustafa Kemal için baba ocağıydı. Çünkü Nifliler de babası Ali Rıza Bey gibi Makedonya Manastırlıydı. Beyaz eşarplı Nif kadınları Mustafa Kemal’in ayağına kapandı. Hüngür hüngür ağlıyorlardı. Kurak Anadolu toprağı balkan göçmeni bu kadınların gurur dolu gözyaşlarıyla sulanıyordu.
Beyleri dağdaydı, efeydi, düşman peşindeydi…
“Buradan İzmir’i görmenin imkânı var mıdır?” diye sordu…
Dağdaki efelere haber uçuruldu; onların mahiyetinde akşamüzeri Belkahve’ye intikal olundu. Deniz’i gördükleri anda Yaveri Salih Bozok gözlerinden yaşlar süzüle süzüle:
“Deniz! Deniz!” diye haykırmaya başladı…
Başarmışlardı…
İzmir’in bilinmeyen kurtuluş hikayesi…
Tepedeki incir ağacının altına arabayı çektiler…
Güneş batmakta, ufuk çizgisi kırmızıya boyanmaktaydı.
Mustafa Kemal önce yanan İzmir’e sonra Kadifekale’ye henüz çekilen al bayrağa uzun uzun baktı…
Hiç konuşmadı… Sağır edici sessizliği şu sözler bozdu:
“Bilir misin çocuk dedi. 1905 yılının Şubat ayıydı. Ali ve Müfit ile beraber bizi Şam’a sürmüşlerdi. İstanbul’dan kalkan Nemse vapuruna binip Beyrut’a gitmek üzere yola çıkmıştık. Vapur yolcu almak üzere Punto’da (Alsancak – İzmir) mola verdi. Biz de vapurdan inip bir atlı araba tuttuk. İzmir’i ilk görüşüm o senedir. Arabayla şöyle sahil boyunca dolaştık. Hatta bir ara Pasaportta bir lokantaya oturmaya niyet ettik ancak vapuru kaçırırız diye cesaret edemedik. O zaman güzel İzmir’in en güzel yerleri hep yabancıların elindeydi. Ne mutluyum ki İzmir’i yeniden Türk kılmak bana nasip oldu. Kız kardeşi Selanik’i kaybettik ama İzmir bizim oldu.”
O sırada ağaçlıklar arasından bir atlı arabanın İzmir yönünden gelmekte olduğunu gördüler. Arabacı bağıra bağıra şarkı söylemekteydi. Yaveri Salih’e işaret etti “seslen bakalım nereden geliyor nereye gidiyormuş öğrenelim” dedi.
Yaver Salih gür bir sesle arabacıya seslendi:
– Nereden geliyorsun?
– İzmir’den, dedi arabacı.
– İzmir’de ne var ne yok?
– Askerlerimiz Kordon’da geziyor!
– Doğru mu söylüyorsun?
– Nah, işte İzmir, gidin de bakın bana ne soruyonuz diye Körfez’i işaret etti ve yoluna koyuldu.
Tekrar arabaya bindiler. Körfezde hala daha itilaf devletlerinin gemileri vardı. İzmir için tehlike henüz tam geçmemişti. Bunun üzerine komuta kademesi İzmir’in hemen dibindeki Nif’te geceyi geçirmeye karar verdi.
Yıllar süren savaş, acı ve keder bir köy evinde son buluyordu. O gece sabaha kadar balkan türküleri söylendi. Gözyaşları ve gurur birbirine karışmıştı.
Geceyi Nif’te geçiren Mustafa Kemal ertesi sabah Salih Bozok’a, şu unutulmaz sözünü söyledi:
“Bütün hayatımda sevinçle geçirdiğim bir gece vardır. O gece; ordumuzun İzmir’e girdiği günün Nif’te geçirdiğim gecesidir.”
Ve İzmir Fatihi Gazi Mustafa Kemal bilinenin aksine;
9 Eylül’de değil,
10 Eylül’de İzmir’e girdi.
O gün İzmir beyaz bir gelin gibiydi;
Al bayraklarla süslenen…
Çiçeklerle bezenen…
İzmir’in kurtuluşu kutlu olsun!
Uzm. Dr. Özgür NİFLİOĞLU