GÜRCÜ KÖKENLİ TÜRKLER

Türkiye’de, köken olarak Gürcü olan nüfusu tanımlamak için kullanılan terim.
Çveneburi terimi de yaklaşık olarak aynı nüfusu adlandırmak için kullanılır.
Türkiye’de yaşayan Gürcülerin çoğu, Gürcü etnik ve kültürel kimliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Bu nüfus, yerleşik olarak Artvin ilinde, göç etmiş olarak da Giresun, Ordu, Samsun, Sinop, Amasya, Tokat, Bolu, Sakarya, Kocaeli, Bursa, Yalova ve Balıkesir illerinde dağınık olarak yaşamaktadır.

TARİH
Muhacir Gürcüler. Eski çağlardan başlayarak değişik coğrafi ve tarihsel bölgeleri kapsayan Gürcüstan, 10.yüzyılda “Kartveli ülkesi” anlamında Sakartvelo olarak adlandırıldı. Bugünkü Türkiye Gürcülerinin atalarının yaşadığı bölge, bu tarihsel ve “Ortodoks Sakartvelo”nun bir parçasıydı.
Sakartvelo’nun güneybatı kesimi, 16.yüzyıldan itibaren Osmanlıların eline geçti ve bu bölgede, Çıldır Eyaleti adı altında Osmanlı yönetimi kuruldu.
Çıldır Eyaleti’nin valileri, siyasal erki kalıtsal olarak elinde tutan Gürcü beyleriydi.
Müslümanlığı önce bu beyler kabul etti; bölge halkı da zamanla ve 18.yüzyıla kadar yayılan bir süreçte Müslümanlaştı. Bu süreç, Müslüman Gürcülerin atalarının kültüründen büyük ölçüde kopuşunun da başlangıcı oldu.
Yeni dinin getirdiği kültürün yanında, özellikle 19.yüzyıldan itibaren Osmanlı yönetiminin uyguladığı asimilasyon, Müslüman Gürcülerin dilleri dışındaki “Gürcülüğü”nü neredeyse tamamen alıp götürdü. Müslüman Gürcüler, Gürcülüklerini süreç içinde Kartveli (Gürcü) ve Kartuli (Gürcüce) sözcüklerinin yerine ve her iki sözcüğün de anlamlarını yükledikleri Çveneburi sözcüğüyle ifade etmeye başladılar.
Oysa “Çveneburi” sözcüğü yalnızca “bizden”, “bizim gibi” anlamlara geliyordu. Öte yandan, Osmanlı egemenliği altında kalan Müslüman Gürcüleri, çoğunluğu ve asıl kitleyi oluşturan Ortodoks Gürcüler de dışlamışlar; Müslüman Gürcüleri diğer Müslümanları ve Türkleri adlandırdıkları gibi “Tatar” olarak adlandırmışlardır.

“Doksanüç Harbi” olarak da bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, yaklaşık üç-dört yüzyıl önce Osmanlı egemenliğine girmiş olan Müslüman Gürcüler için ikinci dönüm noktası oldu. Osmanlı Devleti yenilip Müslüman Gürcülerin yaşadıkları topraklar Çarlık Rusya’sının eline geçince, Müslüman Gürcülerin çoğu daha batıya göç etti (Muhaciroba). 1879’da başlayan ve sonraki yıllarda da süren bu göçte, Rusya’nın zorlamasının ve teşvikinin yanı sıra Osmanlı “molla”larının propagandalarının çok etkili olduğu çeşitli kaynaklarda belirtilir. Öte yandan Gürcü aydınları da karşı propaganda yürütmüşler, ama sonuç açısından bakılınca başarılı olamamışlardır.

Göç eden Gürcülerin çoğunluğu, Karadeniz Bölgesi boyunca yerleştiler. Giresun, Ordu, Samsun, Tokat, Amasya, Sinop, Bolu, Düzce, Sakarya, Kocaeli, Yalova, Bursa ve Balıkesir illeri, Gürcülerin ayrı köyler de kurarak yerleştikleri yerlerin başında geliyordu.
Sonradan SSCB-Türkiye sınırı kesin biçimini alınca Müslüman Gürcülerin yaşadığı tarihsel topraklar ikiye bölündü. Artvin ve yöresi Türkiye sınırları içinde, Batum ve yöresi Gürcistan’da kaldı.

KÜLTÜREL KİMLİK
Gürcü Köyleri adlı kitabın yazarı İsmetzade Doktor Mehmed Arif’in yaklaşık yüz yıl önce yazdıkları yorumlanırsa, göç eden Gürcülerin daha o tarihlerde yeni yerlerini benimsedikleri ve dönmeyi düşünmedikleri sonucuna varılabilir.
Gürcülerin yerleştikleri köylerde, o tarihler için görkemli sayılabilecek evler yapmaları, yeni tarım alanları açmaları, mektep ve camiler inşa etmeleri bu kanıyı desteklemektedir.
Bunun yanı sıra, geri dönmek isteyenlerden bazılarının maddi olanaksızlıklar yüzünden dönemedikleri ve bazılarının dönüşünün Osmanlı yönetimince engellendiğini belirten kaynaklar da vardır.

Mamuli dergisi. Türkiye Gürcüleri arasında, Gürcü kimliğini öne çıkaran ilk etkinliklere 1960’larda rastlanır. Bu etkinliklerin belirleyici yanı, Gürcü edebiyat yapıtlarının, özellikle Gürcülere yönelik olarak Türkçe’ye kazandırılmasıydı. Bu dönemde Ahmet Özkan’ın Gürcüstan (1968) adlı kitabından dolayı yargılanması, Türkiye’de Gürcü kimliğinin açığa çıkarılmasının hoş karşılanmadığını göstermesi bakımından bir örnek oluşturur.
1977-1979 arasında, ilk sayıları İsveç’in başkenti Stockholm’de, son sayısı İstanbul’da, Gürcü kültür dergisi olarak yayımlanan Çveneburi dergisi, bu doğrultudaki ikinci önemli girişim olarak değerlendirilebilir.
Ocak 1993’te yeniden çıkan Çveneburi dergisi, çok farklı bir dönemde, Gürcü kökenli Türklerin “Türkiye ile Gürcüstan arasında köprü” olarak görüldüğü bir dönemde yayın hayatına girdi.
Daha sonra kısa bir süre Mamuli dergisi ve Sinatle Yayınları da Gürcü kültürünü tanıtmaya yönelik kitaplar bastı.

NÜFUS
Gürcü diasporasının büyük bölümünü oluşturan ve gerçekçi bir tahminle 1,5 milyon dolayında olduğu sanılan Gürcü kökenli Türkler, “kısmi etnik kimliğe” sahip bir topluluk olarak tanımlanmaktadır.
Gürcüler, görece olarak kolay asimile olmuş bir topluluk olarak görülmesine karşın, dillerini korumuş, yaygın biçimde konuşma dili olarak kullanmışlardır. Batumlu akademisyen Prof. Dr. Şuşana Putkaradze’nin, Gürci Köyleri’nden tam yüz yıl sonra yayımlanan ve Gürcü kökenli Türkler üzerine yapılmış en önemli çalışmalardan biri olan Çveneburebis Kartuli (Çveneburebi’nin Gürcücesi) adlı yapıtı da, Gürcü kökenli Türklerin yaklaşık 400 yıl Osmanlı yönetimi altında kalmalarına karşın, dillerini başka ülkelerdeki Gürcülere kıyasla daha iyi koruduklarını göstermektedir. Türkiye Gürcülerinin dillerini koruyabilmeleri, çoğunluğunun kırsal kesime yerleşmiş olmalarına, yönetimin bu dilin konuşulmasında göterdiği hoşgörüye bağlanabilir. Nitekim 1965 genel nüfus sayımında anadilinin Gürcüce olduğunu söyleyen nüfusun yüzde 97.5’i, 10 binden az nüfuslu yerlerde yaşıyordu. Ama Gürcüce, Türkiyeli Gürcüler arasında zamanla yalnızca aile içinde konuşulan bir dile dönüşmüştür.

Pirosmani dergisinin ilk sayısı. Yaz 2007 Türkiye Gürcülerinin, en çok üzerinde durulan ve tartışılan nüfusunun bir başka yanı üzerinde de durmak gerekir. “Kısmi etnik kimliğe” sahip ve etnik kökene dayalı olarak yaklaşık 1.5, 2 milyon dolayında olduğu varsayılan Türkiye Gürcülerinin, Gürcüceyi konuşan ya da anadili sayan nüfusunun ne kadar olduğudur.
Genel kabul gören resmi veriler olmamasına karşın, 1965 genel nüfus sayımı verilerine dayanarak en az sayıyı saptamak amacıyla genel bir tahmin yürütülebilir. 1965 genel nüfus sayımında, anadilinin Gürcüce olduğunu belirten 34.330 kişinin dışında, 48.976 kişi de en iyi konuştuğu ikinci dilin Gürcüce olduğunu ifade etmiştir. Türkiye’de Gürcü olmayanlara Gürcüce öğretilmediğine göre, Gürcüce konuşan nüfusun toplamının 83.306 olduğu söylenebilir. Bu sayının 1965 Türkiye nüfusu içindeki oranı binde 2,7’dir. Bu oranı 1990 Türkiye nüfusuna yansıtırsak, günümüzde anadilinin Gürcüce olduğunu ifade edecek en az 190 bin kişi olduğu ortaya çıkar. Buradan hareketle, Türkiye’de yaşayan Gürcü kökenli her sekiz kişiden yalnızca birinin Gürcüce’yi anadili saydığı sonucuna varabiliriz.
Bunun da iki sonucundan söz edilebilir:
Birincisi resmi istatistiklere dayanan bu oran ve sayının gerçeği yansıtmaktan çok uzak olduğu;
ikincisi doğru olması durumunda Türkiye’deki siyasal ve kültürel politikaların bir sonucu olarak kısa bir zaman dilim içinde her sekiz Gürcü’den yedisinin kesin olarak asimile olduğudur.

DİL
Türkiyeli Gürcülerin büyük bölümünün tarihsel mekânları, Çoruh Irmağının vadilerini kapsayan, tarihsel adıyla TAO-KLARCETİ bölgesidir.
Bu bölge, yüksek dağlarla birbirinden ayrılmış ve bu coğrafi koşullardan dolayı birbirinden az çok farklı yerleşim bölgeleri ortaya çıkmıştır. Bu koşullarda dilsel ve etnik faktörlerin etkisiyle, geçen yüzyıllar içinde Tao-Klarceti’nin etnik-bölgesel diyalektleri, yani Klarceti diyalekteleri ortaya çıkmıştır. Örneğin İmerhevi diyalekti (tarihsel Şavşeti diyalekti), Maçaheli ve Livana diyalektleri.
Geçmişte coğrafi açıdan Acara’nın da Klarceti’nin bir parçası olduğunu göz önüne alınırsa, Acara diyalekti de bu diyalektlerden biri sayılır. Kısacası Klarceti diyalektleri, Acara diyalekti, İmerhevi diyalekti (tarihsel Şavşeti diyalekti) ve Livana diyalektinden oluşur. Bu yöreden batıya göç etmiş olan ya da halen bu bölgede yaşayan Gürcü Kökenli Türkler, Gürcüce’yi bu bölgeye özgü diyalektlerle konuşurlar.

1874 yılında Klarceti’yi gezen Giorgi Kazbegi, Çoruh Irmağı kıyılarında yaşayanların temiz bir Gürcüce konuştuklarını yazmıştır. Örneğin Borçka’nın köylerinde olduğu gibi, Türkiye’deki pek çok Gürcü köyünde Gürcüce bugün de aile dili olmaya devam etmektedir ve merkezi yerlerden uzak yörelerde daha iyi korunmuştur. Merkezi yerlerde Gürcü kökenlilerin azlığı nedeniyle konuşulmayan Gürcü dili, gençler tarafından bilinmemektedir.