EVREN, ÜLKEMİZİ KANLI İÇ SAVAŞTAN KURTARDI

12 Eylül darbesinin mimarı Kenan Evren’in cenaze törenine gönderdiği “Sana müteşekkiriz. Nur içinde yat komutanım” yazılı çelenk ile tartışmaların gündemine oturan Prof. Dr. Celal Şengör Odatv’ye konuştu.

“12 Eylül olmasaydı Türkiye çok kanlı bir iç harbe doğru gidiyordu” diyen Şengör, Kenan Evren’in öldüğünü Strasbourg’da bir sempozyuma katılmak üzere yoldayken öğrendiğini, havaalanında öğrenseydi geri döner cenazeye katılacağını söyledi.

12 Eylül’de işkenceleri sivillerin yaptığını belirten Şengör “Sonra deniyor ki, ‘Askerler onu astı, bunu astı.’ Askerler asmadı, hakimler astı. Çünkü bizim o zamanki kanunlarımızda asmak meşru, hukukî bir cezaydı.” dedi.

TÜRKİYE’NİN ORTALAMA IQ’SU 89

Bir süre önce piyasaya çıkan “Aptalı Tanımak” kitabından da söz eden Şengör, “Kendini entelektüel zanneden bir sürü adam var ortada, ama değiller. Soru sormuyorlar, öğrenmek istemiyorlar, öğrendiklerini değerlendiremiyorlar, işte buradan aptallığa geliyoruz… Aptalı Tanımak isimli son kitabımı yazma sebebim de budur. Çünkü ülkemizde böyle bir sorun var, bir aptallık sorunu var.” dedi.

Türk ırkının bir zeka problemi olup olmadığı şeklindeki soruya ise “Hem evet hem hayır. Bizim toplum olarak bir problemimiz var. Siz bir toplumu bin sene cahil bırakırsanız, bin sene kendi problemini çözemez halde bırakırsanız, bin sene başkasının eline bakmasını isterseniz bu toplum aptallaşır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ortalama IQ’su 89. Türk demiyorum, zira mesela Orta Asya Türkleri’nin IQ ortalaması 107. Bizden çok daha zekiler. Bunu şuradan da çıkartabiliriz. Orta Asya Türk’ü ne zaman Anadolu’ya gelse Anadolu Türkü’nü paçavra edip gitmiştir. 1243 Kösedağ (Orta Asya ordusu komutanı General Baycu) veya 1402 Ankara (Orta Asya ordusu komutanı Emir Timur) Meydan Savaşları mesela.” diye yanıt verdi.

İşte Celal Şengör’ün Odatv’nin sorularına verdiği cevaplar:

12 EYLÜL OLMASAYDI TÜRKİYE ÇOK KANLI BİR İÇ HARBE DOĞRU GİDİYORDU

SORU- Kenan Evren’in cenazesine gönderdiğiniz çelenk konuşuldu, tartışıldı. Türkiye’deki darbeler, bilhassa da 12 Eylül söz konusu olduğunda Türk entelektüelinin bir kısmının bu husustaki tavrını ikiyüzlülük olarak addetmek mübalağa olmayacaktır sanırım.

Kenan Evren Paşa’nın öldüğünü Strasbourg’da bir sempozyuma katılmak üzere yoldayken öğrendim.
Havaalanında öğrenseydim gitmezdim, geri döner cenazeye giderdim…

12 Eylül’ü değerlendirebilmek için evvela 12 Eylül’ü yaşamış olmak lazım, çünkü 12 Eylül’ün tarihi henüz yazılmadı.
Yazılması da çok zor, çünkü aktörlerden sadece bir tanesi hayatta kaldı, o da konuşmak istemiyor.
Her ne kadar özel konuşmalarımızda o dönemi dışarıdan takip eden bizlerin gördükleriyle paralel şeyler anlatsa da, konuşmayı, darbeyi birlikte yaptıkları ekip artık hayatta olmadığı için reddediyor.

12 Eylül olmasaydı Türkiye çok kanlı bir iç harbe doğru gidiyordu, ekonomisi tamamen çökmüştü, halk ne yapacağını bilmez haldeydi, bilhassa büyük şehirlerde halk korku içinde yaşıyordu.
Bir ülkeyi böyle bir durumdan çıkartmak normal bir demokraside seçilmiş politikacıların görevidir, fakat ülkeyi bu hale getirenler bizzat seçilmiş politikacılardı ve nedense kulakları çeşitli ikazlara hep kapalıydı.
Nihayetinde, bildiğiniz gibi, 12 Eylül’den çok önce Silahlı Kuvvetler bir ikaz mektubu yazdı.
Mealen, “Kendinize gelin, memleket kötüye gidiyor, memlekete sahip çıkın!” dediler, yine dinletemediler.
Hatta bir cenaze merasiminde Demirel ile Ecevit bir araya geldikleri halde birbirleriyle konuşmayı reddettiler, hatta sırt sırta resimleri çekildi.
Bu şu manaya gelir: Demokrasi çalışmıyor, hatta çökmüş durumda… Hepimizin bildiği gibi, çalışmayan bir demokrasi ile bir ülke idare edilemez.
Ama birinin de ülkeyi idare etmesi, bu bataktan çıkartması gerekiyor.
Türkiye’de de gelenek o zamana kadar halkın ordusu olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin idareye el koymasıydı.
Şöyle bir yalan sık sık söyleniyor, “Efendim, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komutanları ülkeyi önce bu hale getirdiler, sonra da el koydular”
Bundan daha sefil, aptalca bir tespit işitmedim. Adamlar 2-3 sene sonra terk ettiler yönetimi, buna ne diyeceksiniz?
Eğer niyetleri iktidara gelip ilelebet orada kalmak olsaydı bunu yaparlardı, hiç kimsenin de mani olması mümkün değildi.
Ama yapmadılar.
Ben gerek Kenan Evren Generalimin kızları Miray ve Şenay Hanımlardan, gerekse de Şahinkaya Generalimin eşi Sema Hanımdan biliyorum ki komutanlarımız emekliliklerine hazırlanıyorlardı ve yılların yorgunluğunu rahat bir emeklilikle çıkarmayı ümid ediyorlardı.
Ülkenin feci durumu onları bu en doğal haklarını ellerinin tersiyle itmeye, kelleyi koltuğa alarak vatanlarını ve milletlerini kurtarmaya sevk etti.

  ANAYASA OYLAMASINDA BASKI YOKTU

Sonra, Anayasa’nın yüzde 92 nispette oyla kabulünün bir baskı ortamının neticesi olduğu söyleniyor.
Bu da yalan…
Öyle bir şey olmadı, ben oy verdim ve hiçbir baskı yoktu.
Bütün diğer seçimlerimiz nasıl oluyorsa öyleydi, hatta daha iyiydi, çünkü halk coşkuyla gitti sandığa. Ve Kenan Paşa, “Bu anayasayı oylarken beni de oylayın. Beni Cumhurbaşkanı olarak görmek istiyor musunuz?” dedi.
Hiçbir politikacıya nasip olmamış bir oy aldı ve bunun halkın gönlünden koptuğunu hepimiz biliyoruz.
Aksi yöndeki bütün ifadeler yalandır.

ASKERLER DEĞİL, SİVİLLER O İŞKENCELERİ YAPTI

SORU- Fakat tüm bunların yanında sosyal hafızada yer etmiş, o döneme ait korkunç olaylar da var. Söylediklerinizden şu manaya çıkartabilir miyiz? Bu işi askere bırakmamak lazım, bırakırsan asker de oyunu bildiği gibi oynar.

Evet. Ama asker de her şeyi, pek çoğunun zannettiğinin aksine, bildiği tarzda yapamadı pek.
Sebebini de söyleyeyim: Asker yönetimi ele geçirdiği zaman ne yazık ki sivil yöneticilere güvendi; mesela valilere güvendi,
mesela emniyet müdürlerine güvendi.
O bizim duyduğumuz işkencelerin, insan toplamaların vs. birçoğu valilerin emriyle, polisin marifetiyle yapıldı.
Ben bunu bana yalan söylemek için hiçbir nedenleri olmayan komutanlarımdan bizzat dinledim.
Sonra deniyor ki, “Askerler onu astı, bunu astı”
Askerler asmadı, hakimler astı. Çünkü bizim o zamanki kanunlarımızda asmak meşru, hukukî bir cezaydı.

HER GÜN 20 İNSAN ÖLÜYORDU

SORU- Kenan Evren’in meşhur asmayalım da, besleyelim mi sözüne ne diyeceksiniz?

Kenan Evren bu sözü söylediğinde devlet başkanıydı.
Henüz cumhurbaşkanı değildi. Bir darbe yönetiminin başkanıydı.
“Asmayalım mı, besleyelim mi?” dediği zaman milletten canhıraş bir protesto feryadı yükselmedi, “Yaşa Paşam” dendi.
Çünkü milletin canına tak demişti.
İstanbul’da günde ortalama 20 insan öldürülüyordu.
Hergün öldürülen bu insan sayısını toplayıp bir kenara koyalım, sonra da 12 Eylül’de asılan 50 kişiyi konuşalım.

1402 KİŞİNİN ATILMASI ASKERLERİN SUÇU DEĞİLDİR

SORU- Peki, 12 Eylül’ün Türk siyasetine, siyasî kültürüne bir hasar verdiğini düşünmüyor musunuz?

Hayır. Ama 12 Eylül’den sonraki siyasetçilerin, mesela Özal’ın büyük zarar verdiğini düşünüyorum.
Özal, Türk ekonomisi adına çok ciddi ve faydalı işler yapmıştır ama Türk siyasi kültüründe telafisi güç yaralar da açmıştır.
“Anayasayı bir kere delmekle ne olur?” lafı Özal’a aittir.
Sonra yobazlığın palazlanmasında Özal’ın rolü çok büyüktür.
Kenan Evren’in ve arkadaşlarının suçları değildir bunlar.
Üniversitelerimizin iflas etmesi, üniversitelerimizden yüzlerce kişinin atılması askerlerin suçu değildir, Doğramacı’nın suçudur.
Peki bunu nereden biliyoruz? İstanbul Teknik Üniversitesi’nin o zamanki Rektörü Kemal Kafalı kendisine YÖK’ten veya Doğramacı’dan üniversiteden atılacak kişilere dair bir liste geldiğinde o listeyi alıp Kenan Evren’e gitmiştir.
“Paşam, size iki mektupla geldim, bunlardan bir tanesi aklın yolu, diğeri de benim istifam. Aklın yolu bu arkadaşlarımıza dokunulmamasıdır. Yok siz ısrarcıysanız bunların atılmasında, önce beni atarsınız.”
Bunu, o zaman Teknik Üniversite’de yaşamış herkese teyit ettirebilirsiniz.
Kenan Evren de Kafalı hocaya “Tamam” demiştir.

Şimdi Konsey üniversite hocalarını atmadıysa, Kemal Hoca niçin Evren Paşa’ya gitti diye bir soru akla gelebilir.
Çünkü o zaman Doğramacı’nın otoritesinin üzerindeki tek otorite Konsey’di.
Rahmetli Kemal Hoca da bunu kullandı haklı olarak.
Bunu her üniversitenin rektörü yapsaydı üniversiteden bir kişi atılmazdı, ama üniversite rektörlerimizin akıllara durgunluk verecek kalitesizliği, bugün de dahil böyle kötü günlerin yaşanmasına imkan vermiştir.
Hocalar birbirlerini gammazlamışlardır, aynı şeyi 147 olayında yaşamadık mı 1960’ta, hocalar birbirlerini gammazladılar.

Doğramacı’nın atanması bir hataydı.
12 Eylül’ü yapanlar da bunun hata olduğunu kabul ediyorlar.
Ama şunu da ifade ediyorlar: Biz size sorduk, yani üniversite profesörlerine sorduk, “Kimi tavsiye edersiniz?” dedik. Dediler ki, “Zengindir, hırsızlık yapmaz, uluslararası ilişkileri çok iyidir, Hacettepe’yi kurmuştur, tecrübelidir.
” Biz de “Peki” dedik diyorlar.

O yıllarda Doğramacı’nın yaptığı menfi işlerden bir tanesine ben, şahsen müdahale etmeye teşebbüs ettim.
Komutanım ve dostum Hava Orgeneral Tahsin Şahinkaya’yı aradım.
Şahinkaya General’in o zamanki emir subayı Acar Albay’ım hâlâ hatırlar o günü eminim.
“Şöyle bir konuda Sayın Komutanımla görüşmek istiyorum.”
Acar Albay’ım 20 dakika sonra aradı, Komutan diyor ki “Celal gelsin, ama bu konuyu konuşmayalım.”

Konu, Kandilli Rasathanesi’nin Boğaziçi Üniveristesi’ne bağlanmasıydı.
Bunun çok büyük bir yanlış olacağı kanaatindeydik.
Neden konuşmak istemediğini 20 sene sonra öğrendim. Askeri Müze’de yapılan bir sempozyum münasebetiyle Şahinkayakaya Generalim ile biraraya geldiğimiz bir anda “Komutanım çok merak ediyorum, 20 senedir içime oturdu. Bu konuyu neden benimle konuşmak istemediniz?” diye sordum.
Şöyle bir yanıt aldım: “Celal biz darbe yapmışız, biz askeriz, üniversiteden ne anlarız? Üniversiteleri bir koordinasyon altına alabilmek için bir kurum kurmayı düşündük, başına birisini atamak icap ettiğinde de akademisyenlere danıştık. Bu adam atandıktan sonra, atadığımız kişinin işine karışmak yanlış olurdu” dedi.
Bu son derece uygar bir yönetim tavrı.
Dolayısıyla 12 Eylül Türkiye’ye net fayda sağlamıştır, Türkiye’yi bir felaketten kurtarmıştır, “adam gibi yönetim nasıl olur” hususunda da örnek olmuştur.

TÜRK ENTELEKTÜELİNİN PROBLEMİ, MEVCUT OLMAMASI

SORU- Peki Türk entelektüelinin bu kadar hoş bir tabloyla neden bir derdi var?

Türk entelektüelinin problemi, mevcut olmaması. Bütün sıkıntı buradan kaynaklanıyor.
Kendini entelektüel zanneden bir sürü adam var ortada, ama değiller.
Soru sormuyorlar, öğrenmek istemiyorlar, öğrendiklerini değerlendiremiyorlar, işte buradan aptallığa geliyoruz…
“APTALI TANIMAK” isimli son kitabımı yazma sebebim de budur.
Çünkü ülkemizde böyle bir sorun var, bir aptallık sorunu var.
Aptallığın iki kaynağı var. Bunlardan bir tanesi biyolojik, onun için yapılabilecek fazla bir şey yok. Mevcut olmayan bir zekayı ancak bir iki adım öteye götürebiliriz.
İkinci kaynak ise cehalet, çünkü cahilseniz ne yapacağınızı bilmiyorsunuz demektir.
İlk defa tanımlandığı zaman, Wilhelm Louis Stern Die psychologischen Methodern der Intelligenzprüfung und deren Anwendung an Schulkindernisimli meşhur kitabında, IQ denilen, zekaya dair psikolojik değerlendirmenin nasıl yapılacağı ve bunun okul çocukları üzerinde tatbikine ilişkin bir yöntem icat etmiştir.
Bu bizim dilimizde “ZEKA ORANI” diye çevrilebilir (Türkçe psikoloji ve psikiyatri literatürüne hâkim olmadığım için nasıl çevriliyor bilmiyorum).
Bu zeka oranının kaynaklarından bir tanesi insanın görgüsü ve bilgisidir.
Mesela ABD Silahlı Kuvvetleri, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ordu daha terhis edilmeden hazır bu kadar insan silah altındayken bir IQ testi yaptırtmıştır.
Ortaya çıkan manzara ABD yönetimini fena halde korkuttuğu için yayınlanmamıştır.
Diyeceksiniz ki, “Sen bunu nereden biliyorsun?” Yapılan IQ testinin değerlendirilmesi için davet edilen bilim adamlardan bir tanesi biyolojide Nobel ödülü almış olan Jacques Monod’dur.
Jacques Monod’nun oğlu Olivier Monod da benim iyi bir arkadaşımdır.
Olivier Monod, bu konuda Jacques Monod’yla yapılmış bir röportajın plak kaydını dinletti bana.
Jacques Monod bu kayıtta anlatıyor: Zenciler, beyazlara kıyasla daha düşük IQ sonuçları arz ediyor.
Fakat bunun biyolojik olduğu kadar, kültürel kökenleri de var.
Bunları birbirlerinden ayırabilmemiz lazım, onun için de bu konu üzerine ciddiyetle eğilmek gerek.
Fakat ABD yönetimi o zaman maalesef bu konunun üzerini kapatmayı tercih etmiştir.