Osmanlı-Rus Savaşı’nın (1877-1878) ardından Osmanlı yönetiminin elinden çıkarak Rusya sınırlarında kalan topraklardaki Müslüman bölgelerden, özellikle Batum ve çevresinden Osmanli Devletinde kalan müslüman topraklara yoğun bir göç dalgası yaşanmış, şimdi Gürcüstan‘a ait olan bu topraklardan Osmanlı ülkesi en az yarım milyon mülteci almıştır.
Göçün temel sebepleri.
16.yüzyıl sonrasında İslamiyeti kabul eden Gürcülerin üzerindeki dini, politik ve ekonomik baskılardır.
Grigol ORBELİANİ‘nin şu cümleleri de bunu doğrular niteliktedir: “Batum vilayetinin alınmasıyla Rusya, Kafkasya sınırlarındaki en önemli ve tehlikeli bölgede doğal gücünü kazandı. Fakat halk savaşçı ve itaatsizdir.Osmanlı ile din bağı bulunanlar bu sebeple kale içindeki tehlikeli unsurlar olarak addedilirler. Yerel ahali boşaltılmalıdır”
Niko NİKOLADZE ise; “Rus Çarlarının yönetimi altına aldığı halktan 6-10 manet kadar vergi vermelerini istediğini, herkesten vergiyi toplayabilmek için kaba metotlar uygulandığını“ belirtiyor.
Bu araştırmada, Batum civarından gelip bugünkü DÜZCE ili Gölyaka ilçesi topraklarında bulunan Efteni yöresine yerleşen Batum göçmenlerinin 1960‘lara kadar yoğun bir biçimde yaşattıkları kültürleri ile ilgili günümüzde hatırlananlardan kesitler verilmeye çalışılacaktır.
Araştırmanın bazı bölümleri Türkçe’ye çevrilerek verilmesine rağmen, özgün biçiminin bozulmasının uygun olmayacağı düşünülen bölümlerin dile müdahale edilmeden konuşulan Gürcüceyle sunulması uygun görülmüştür.
Efteni Gürcü’lerinin çoğu Batum ilinin Acaristzkali deresinin ortasından geçtiğini belirttikleri Tzoniari köyünden gelmiş olduklarını ifade etmekle birlikte, Batum çevresindeki Zegani, Keda, Zvare Loda, Loğa, Gulebi, Baidzuri, Vani gibi yerleşim birimlerinin adlarını da hatırlamaktadırlar. Düzce çevresinde yoğun Gürcü nüfusu barındıran Asar, Aksu, Fındıklı Aksu, Gölormanı, Gürcüçiftlik, Hızardere, Mahirağa, Melenağzı, Muncurlu, Musababa, Süleymanbey, Şakuç, Şimşir, Şıpır, Yeşilçam ve Doğanlı köylerin çoğunluğu farklı olarak Macar kökeninden gelme Acaralı (ACAR) olduklarını söylerler.
Sözü edilen bu köylerdeki bir kısım ise, kendilerini Zeganili, Maraditli gibi daha dar bölge isimleriyle adlandırırlar.
TARİH : Efteni olarak adlandırılan yörede Hamamüstü ve Hacıyakup köyleri çevresinde yaşayan Gürcülerin hangi tarihte ata topraklarını terk ettikleri kesin olarak bilinmemekle birlikte, Rus Çarı Nikolay‘ın Gürcüstan’daki Müslümanları yok etmek istediği ve bu göçün bu yüzden başladığı söylenir. Buradan hareketle göçün, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında baslayip, 1894-1917 tarihleri arasında hüküm süren Çar II.Nikolay döneminde yapıldığı anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla Berlin Kongresi sonucu Osmanlı ve Rusya arasında 27Ocak 1879‘da İstanbul’da yapılan anlaşmayla 3Şubat 1879‘da başlayan resmi göç süresine rağmen Tzoniarililer köylerinden muhtemelen 1894 sonrasında ayrılmış olmalıdırlar.
Anlatılanlara göre Batum limanından önce İstanbul’a, sonra Akçakoca, Sinop, Samsun, Ordu, Giresun limanlarına göçmenler bırakılmıştır. Bu bir bölgede yığılmayı önlemekten çok, Batum limanında bekleyen binlerce insanın daha fazla mağdur edilmemesi için yakın limanları tercih etme yaklaşımı olarak değerlendirilebilir. Nitekim o dönemdeki Gürcü basınının, özellikle Kavkaz, Droeba, İveria ve Golosto gazetelerinin de belirttiği gibi, “İnsanlar ellerinde ne varsa, tüm mallarını, topraklarını çok ucuza satıp limana inmişler, nakliye güçlüğünden ötürü aylarca gemi beklemişler, bu bekleyişte bazılarının parası bitmiş ve çaresiz duruma düşmüşlerdir” Ancak Osmanlının bu iyi niyetli yaklaşımı topraklarını terk etmedikleri için bir kısmı Gürcüstan‘da kalan ailelerin bir kez daha bölünmesine yol açmıştır.
Tzoniarili Gürcü’ler arasında da bu duruma düşmüş insanlar vardır.
Tzoniari köylülerinin bir kısmı, YAVUZ adlı askeri gemiyle Giresun limanına indirilerek o dönemlerde Keşap ilçesine bağlı bölgelerde yerleşmek için yer arayışına girmişlerdir.
Bunlar, Tzoniari köyü sülalelerinden Çelebiler – Çelebioğulları, Yavuzlar – Sakallar, Çakarlar – Yıldızlar, Güller – Abaklar – Urallar, Kılıçlar, Mezarcıoğulları, Esirciler) ve daha pek çok sülaledir. Çelebiler – Çelebioğulları ve Yaşlıların saptadıkları yer uygun görülmüş ve bu yerde Anbarala) yahut Anbaralay) olarak adlandırılan köy (Bugün Dereli ilçesine bağlı Anbaralan) kurulmuştur.
Burada kısa süre içinde tarım arazisinin yetersizliğiyle karşılaşılmış ve yeni sıkıntılar baş göstermiştir. Anbaralay kurulduktan sonra muhtemelen 1910‘lara girilmeden köyün ileri gelenlerinden Memed Ali Çelebi Aga, yaptığı hac yolculuğu dönüşünde, Batum limanındayken tabiatının uygunluğunu duyduğu ve bir kısım Gürcü‘nün bu limana bırakıldığını bildiği Akçakoca’da gemiden inerek yaşam için Anbarala’dan daha uygun yerler aramıştır.
İç kesimlere doğru ilerleyerek Düzce’nin güneybatısında bulunan Efteni yöresine ulaşmıştır. Hemen hemen boş olan, gölüyle, akarsularıyla, yaylalarıyla, ovasıyla, tarım alanlarıyla ve ormanlarıyla mükemmel olan bu topraklara daha sonra eşini ve küçük oğlu İmam Osman Çelebi’yi de getirmiştir.
Ancak kendilerinden önce Kafkasya’dan gelen Çerkeslerin tepkisiyle karşılaşmış, yerleştikleri yerin Çerkeslerin baltalık ormanları olduğu gerekçesiyle şikâyet edilmiştir.
Eşinin ve çocuğunun kendisini izleyeceği düşünülerek karakoldan karakola teslim yoluyla ve yaya olarak kolluk kuvvetlerince Anbarala’ya geri götürülmüştür.
Memed Ali Çelebi Aga, yeniden Efteni’ye dönmüş, yine şikâyet edilmiş ve aynı yöntemle geri gönderilirken nakledildiği karakollardan birinin Komutanı olan Başgedikli inisiyatif kullanarak, yetmiş yaşında olmasından dolayı serbest bırakmıştır.
Efteni‘ye döndüğünde karşılaştığı üçüncü şikâyet üzerine gelen aynı Karakol Komutanı mudahalede bulunmayip, yerlesime izin vermistir.
Yerleşimi kesinleşince Anbarala’daki diğer çocuklarını, akraba ve komşularını da boş topraklara davet etmiş, birçoğu davete uyarak Efteni’ye gelmiş ve Hacı Memed Ali Çelebi Aga tarafından kurulan bu köye, var olan Cenevizliler Hamamı‘na atfen Hamamüstü adı verilmiştir.
Burada tarım, hayvancılık, arıcılık, avcılık ve balıkçılığı uğraş edinen Gürcüler, kendilerine 10-15 km’den yakın olmayan yerleşim birimlerinde Çerkesler, Abhazlar ve yerli Türklerle aynı bayrak altında kardeşce, barış içinde yaşamışlardır.
Burada yaşamakta olan birkaç Ermeni aile bir süre sonra bölgeyi terk etmiş, diğerleri dil ve kültür farklılıklarına rağmen, zaman içinde Ordu, Trabzon ve Giresun göçmenleri de alarak, başlangıçtaki sürtüşmeleri aşıp uyumlu yaşamaya başlamışlardır.
DİL: Efteni Gürcüleri Gürcüceyi Acara diyalektiyle konuşurlar.
Bugünkü dilde Türkçe kelimelerin Gürcü dil yapısına uydurularak kullanıldığı görülür (Türkçe “kök” kelimesinden amokokva = kökünden sökmek). Gürcüce kelimelerin de Türkçe’ye uydurulmaya çalışıldığı gözlenir (Modisana = gelsene). Megrelceye özgü kelimelere de çokça rastlanır (burdğa = tüy).
Öte yandan, çağdaş Gürcüce ile ağız farklılıklarına rastlanır (makaki -; çağdaş gürcücede bakaki – bayayi = kurbağa).
Efteni Gürcü’lerinin dilinde, Gürcüstan gürcücesinden olmayan kelimeler de bulunur (çasavleti = batı). Karşılaştığımız bazı kelimeler çağdaş Gürcüce’de farklı anlamlarda kullanılmaktadır (maperva = başarmak; çağdaş Gürcüce’de okşamak).
Gürcüstan gürcücesinde zamanla anlam değişikliğine uğramış olan kelimelerin Efteni‘de asıl anlamında kullanıldığı görülür (mokda = öldü (dasahlda = evlendi).
GELENEK VE GÖRENEK : DOĞUM. Doğan çocuk kız ise “papa”, erkekse pilav yapılır ve ziyarete gelen konuklara mutlaka ikram edilir.
Çocuğun adını, hayattaki en büyük dede koyar.
Çocuğu görmeye gelenler ocakta yanan ateşin önüne gelir ve silkelenir.
Çocuk kırk günlük olmadan iki lohusa karşılaşırsa üzerlerinde taşıdıkları iğneleri takas ederler.
Lohusanın ziyaretine yeni bir gelin gelirse, iki kadın yine üzerlerinde taşıdığı iğneleri takas edilir.
Çocuğa ilk elbisesi bir büyüğünün kullanılmış elbisesinden dikilir.
Kimin elbisesinin kumaşından zıbın giyerse ona daha bağlı olacağına inanılır.
Çocuk kırk günlük olana kadar saçı kesilir.
İleride saçlarının kime ait olduğu sorulur.
Alınan cevap çocuğun kaderinin kime benzeyeceğini gösterir.
Çocuk büyüklerin yanında anne ve baba tarafından sevilemez.
Özellikle baba büyükleriyle birlikteyken çocuğuna dokunamaz.
Kız çocuğu evden uzaklaştırılmaz.
On iki yaş sonrası dördüncü derece kuzenlere kadar olanların dışında akraba olmayandan kaçar.
Büyüklere kesin itaat söz konusudur.
Ancak büyükleri yetişkinin fikrini sormadan onun adına karar vermezler.
KIZ İSTEME: Evlenme çağına gelen kıza ya da oğlana kimle evleneceği sorulmaz.
Erkek tarafı kızı beğenir. Ancak beğenilen kız annenin yönlendirmesiyle isteneceğinden anne ve oğul konuyu konuşur.
Dolayısıyla evlenecek kız ve erkek genellikle birbirini beğenen kişiler olur.
Kız istemeye kadınlar gitmez; amca, dayı ya da dede gider.
Evin kadınları görücülere gözükmezler.
İlk gidişten sonra kız tarafı büyüklerine danışacağını söyler.
Sonra büyüklere ve kıza sorulur.
İkinci gidişte asıl cevap alınır.
Cevap olumsuz olsa da küskünlük olmaz.
Kız ve erkek karşı taraftan kaçar.
Üçüncü gidişte söz kesilir, kıza alınacak hediyeler saptanır.
Dördüncü gidişte nişan takılır; düğün tarihi belirlenir.
DÜĞÜN: Cumartesi akşamı kına gecesine erkekler ve kadınlar birlikte katılır.
O akşam, kız evinin kapı komşusu olsa bile herkes gelin evinde kalır.
Erkek tarafından giden insan sayısının iki katı kadar insan hizmet etmek için görevlendirilir.
Önemli kişiler kız ve erkek etrafında bulunur.
Gelin alma sırasında kız evinin kapısı kilitlenir ve tüm konuklar içeride kilitli kalır.
Bu, armağan istemek için yapılır.
Gelin odasından babası ya da erkek kardeşi tarafından çıkarılır.
Çeyiz sandığına yengelerden biri oturur. Erkek kardeş sandığı sahiplenir.
Kaynata gelini sandığın üzerine üç kez oturtur ve kaldırır.
Konuklara şeker ve para serpilir. Para verilerek sandık alınır.
Erkek tarafın evden çıkmasından sonra, gelini erkek kardeşi dışarı çıkarır ve ata bindirir.
Çeyiz öküzlerin çektiği arabalara yerleştirilir. Düğün alayı yola çıkarken müjdeci erkek evine doğru hareket eder.
Yol boyunca danslar yapılır (Efteni yöresinde “Gandagan”, “Deli Horoni”, “Cilvelo”, “Vahahey”, “Varayda” adı verilen danslar yaygındır).
Erkek evine yaklaşırken bir grup “”Hey, hey, hey, vay vahahey” derken bir grup da “Vahahey” diye karşılık verir.
Kız tarafı düğün alayını durdurur ve erkek tarafına yol süpürtülür.
Damat evinin önüne kilim serilir, şerbet istenir.
Gelin içeriye alınırken üzerine bir örtü örtülür. Kaynana kapı önüne bir tabak koyar, gelin su dolu tası devirir.
Gelinin eline yağ verilir. Bu yağ ocağın içine sürmesi içindir.
Kapı önüne gelinin koparması için bir ip gerilir. Yatak odasının bir bölümüne çivilerle tutturulan bir perde asılır; gelin buraya getirilir.
Dışarıda kız tarafı yemek yerken her istenenin karşılanması zorunludur.
Yemek sonrasında damat çıkarılır.
Damadın çıplak olduğu söylenir ve kız tarafının getirdiği giysiler verilir.
Sonra gelinin olduğu odaya sokulur.
Perde açılır ve damat gelinin başına üç kez elini koyar.
Damat ve gelin birer kez birbirinin ayaklarına basarlar.
Gelinin duvağı erkek kardeşi tarafından bıçakla açılır.
Düğün gecesinin sabahı gelinin babası ya da erkek kardeşi, ipek elekten geçirilen undan yapılan bir tür çörek olan “kada” ile damat evine gelir.
Kahvaltı yapılır ve yeni evliler davet edilir.
Damat ve arkadaşları, mızıka eşliğinde kayınpederin evine gider ve kaynanasını davet eder.
Bir hafta sonra kaynana arkadaşlarıyla yeni evlilerin evine gider.
Kurulan yer sofrasını damadın tek elle kaldırması istenir, ardından kaşıklar bırakılır ve bahşiş verilir.
Yeni gelin erkek kardeşi tarafından baba evine götürülür ve burada birkaç gün kalır.
Daha sonra kaynata gelini almaya gider ve bundan sonra gelin-damadın birlikte gelip gidişleri başlar.
Gelin evde kaynana ve kaynatasına hizmet etmek zorundadır.
Sofra kurulunca leğen ve ibrikle ellerini yıkatır, havlu verir. Evdekiler yemek gelin ayakta bekler.
ANLAŞMAZLIK ÇÖZÜMLERİ: Anlaşmazlıklar sülale ileri gelenlerinin oluşturduğu mecliste çözülür.
Meclise girebilmek için yaş önemli değildir.
Esas alınan, kişinin kendini topluma kabul ettirmiş olmasıdır.
Mecliste alınan kararlara kesin olarak uyulur.
SUÇLUYA KARŞI TAVIR: Suç öğrenildikten sonra suçluya soğuk durulur ve meclisin alacağı karar beklenir.
Suç onaylanmışsa suçluya karşı takınılacak tavır da belirlenmiş demektir.
Kan davalarında suçlu olan kişi kendiliğinden köyü terk eder.
Adam öldürmenin gerekçesi mutlaka büyük olmalıdır.
Öldürmek gerekliyse karşı taraf suskun kalır.
Ancak günümüzde bu tür olaylara rastlanmaz.
En sık karşılaşılan suçlar kız kaçırma ve kız çekmedir -kız kaldırma-.
Günümüzde rastlanmasa da kaçan kızla genelde barışılmaz, çekilen kız ise kendini korur ve geri alınır.
Başlık parası uygulaması pek olmamasına karşın, buna rastlandığı da olur.
AİLE. Evde etkin olan kadındır. Nitekim kadın her yerde erkekle birlikte çalışır.
Dışarıyla ilgili kararları erkek kadına danışarak alır.
Gürcülerde ve Acarlarda mirasta kadın erkekle eşit pay alır, ama İslam hükümlerinin uygulandığı da görülmüştür.
Dördüncü dereceye kadar kuzenlerle, akrabalık yakınlığı nedeniyle evlenilmez.
GİYİM: Giyimde en çok kadın kıyafetleri dikkati çeker.
Köy dışına çıkılmadığı takdirde göze çarpan iki tür kıyafet kullanılır.
Bunlardan ilkinde başa kudi adı verilen fes üzerine laçaki diye adlandırılan yazma örtülür.
Laçaki omuzlara kadar indirilerek saçlar kapatılır.
Laçaki üzerine başka bir laçaki bağlanır.
Alnı, tavsakideli olarak adlandırılan beşibiryerde kaplar.
Boyun kısmında sakisuri-yaka, boyunda kisersakideli -kolye- göze çarpar.
Çeketa’nın -kolsuz yelek- altına perangi -gömlek- giyilir.
Perangi sedepe’lerle -düğme- iliklenirken çeketa ip geçmelidir.
Süsleme yalnız çeketadadır ve çoğunlukla geometrik motiflere rastlanır.
Beldeki tzelsartkeli -kuşak- uçeteği tuttururken sol kısmında uçları sarkıtılır.
Uçeteğin altına şalvari -şalvar- giyilir. Ayakta kalamani -çarık- vardır.
Kolda klavsakideli -bilezik-, kulakta kursakideli -küpe- yer alır.
Giysilerde kesinlikle cep bulunmaz, bu işlevi kuşakta bulunan kese görür.
Renk seçiminde pastel renkler tercih edilir. Pembe, bej ve gri daha yaygın renklerdir.
Bir başka kıyafet ise, “gömlek” olarak adlandırılan ve bir bütün olarak omuzdan ayaklara kadar uzanan elbisedir.
Belden alt kısmı üçetek biçimindedir. Üzerine yelek giyilir.
Başlık ve ayakkabı yukarıdaki örnekte olduğu gibidir.
Kadınlar köyden dışarı çıkarken üzerlerine çerçabi alırlar.
Erkekler ağı fazla düşük olmayan şalvar giyerler.
Bu şalvar paçalara doğru daralır ve düğmelidir.
Baştaki hapaği -kalpak-, kabalaği-kabalak- bulunabileceği gibi, fesin üzerinin atkı ile sarılıp bir ucunun sol tarafa salınmasıyla oluşan mokoçvilihimandila yer alabilir.
Gömleğin üzerine çoha -ceket- giyilir. Bele kuşak sarılır.
Bu gün artik bu gelenekler kalmamış olup, yerli Türk gelenekleri uygulanmaktadir.
Türk Gürcüleri, “Gürcü kökenli Türk” olmaktan gurur duyarlar. Ayrıca Gürcüstanlı ACARLAR, MACAR kökenli Türkler olup, onlar zaten Türklükten taviz vermezler.
Atatürk’ün bayraklaştırdığı Türk Milli birliğine, Cumhuriyetin ve Demokrasinin korunmasına canları pahasına önem verirler.
(Türkiye’de yaşayan herkes TÜRK adı alır,
Herkesin dili dini kökeni onda kalır.
“Türküm” diyemeyenler TC kimlik taşımaz,
Taşıyorsa, kahpece dini ırkı kaşımaz.) düsturundan asla ayrılmazlar..