Emperyalizm ve Türkiye’nin Antiemperyalist Mücadele Koşulları
Sosyalizmde Rönesans sayfası, dünyayı Marksist bakış açısıyla inceler. Marksizm, yaşanan tarihten ders çıkarmak demektir. Bu nedenle bugünkü dünyanın ve ülkemizin durumunu doğru anlamak için 19. Yüzyıldan itibaren insanlık tarihini iyi bilmek gerekir. 19. Yüzyıla kadar köleci veya feodal üretimle, krallık, sultanlık, hanlık vs. gibi devlet başkanlığında mutlakıyet veya meşrutiyetle yönetilen toplumlar, özellikle 19. Yüzyıldan itibaren Avrupa Kıtasında ve Kuzey Amerika’da sanayileşmeyle birlikte köklü devrimler yaşayarak KAPİTALİST üretim biçimine ve demokratik yönetimlere geçmişlerdir.
“Kapitalizm” kavramını tek bir tümcede açıklamak gerekirse kapitalizm; modern ve sanayileşmiş bir toplumda toplumsal bir üretici güç olan sermayenin burjuvazi denen sermaye sınıfının ÖZEL mülkiyetinde olduğu, özel mülkiyetindeki sermaye sayesinde burjuvazinin toplumsal üretimi kendi ÖZEL zenginliği ve itibarı için kullandığı, yine sermayeye dayanan gücüyle de toplumun siyasetini, hukukunu, kültürünü vs. kendi egemenliği altına aldığı toplumsal düzendir. Kapitalist üretim tarzına uygun siyasi yönetim ise burjuva demokrasisidir. Burjuva demokrasisi kendi sınıfına demokrat fakat başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi sınıflara karşı diktatörlüktür.
Kapitalist toplumların gelişim süreci içinde 20. Yüzyılın başından itibaren kapitalizm emperyalist aşamaya geçerek azgınlaşmıştır. Avrupa kıtasında İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve Çarlık Rusya gibi bazı KAPİTALİST ülkelerde sermaye birikiminin yoğunlaşması ve tekelleşmesi, çeşitli üretim sektörlerinin karteller, holdingler, gruplar vs. biçiminde ÖZEL mülkiyetçe bir merkezden kontrol edilebilmesi vs. gibi koşullar nedeniyle EMPERYALİST aşamaya geçmişlerdir. Yüksek sanayi ile kendi topraklarındaki hammadde ve enerjiyi tüketen çoğu emperyalist ülkeler devlet yönetiminde ya burjuva demokrasisini de yozlaştırmış ya da Almanya ve İtalya örneğinde görüldüğü gibi FAŞİST dikta rejimlerini tercih etmişlerdir. Çünkü bu ülkelerde siyaset, başka ulusların topraklarında, pazarlarında, enerji ve hammaddelerinde gözleri olduğu için askeri bir nitelik kazanmıştır (Militarizm). Nitekim emperyalist devletler kendi aralarında da düşmanca gruplaşarak dünya pazarlarını, ham madde kaynaklarını ve siyasi nüfus alanlarını paylaşmak üzere I. Dünya savaşını çıkarmışlardır. Paylaşılan ülkelerin başında Osmanlı İmparatorluğunun toprakları geliyordu.
Ancak Türkiye’de Mustafa Kemal öncülüğünde örgütlenen Kuvayı Milliye, ANTİEMPERYALİST ve ANTİ FEODAL bir mücadele sonucu Türkiye ile ilgili bu paylaşımı (SEVR anlaşması) büyük ölçüde engelleyerek, çağdaş, modern ve laik Türkiye Cumhuriyeti adı altında bir ulus devlet kurmayı başarmıştır. Bu başarılı mücadeleyi örnek olan dünyanın bazı ulus ve halkları, bağımsızlık ve ulusal kurtuluş mücadeleleri vererek kendi ulus devletlerini kurabilmişler, hatta Çin Halk Cumhuriyeti’nde olduğu gibi işçi sınıfının temsilcileri tarafından yönlendirilen mücadeleler sonucu bu ülkelerde SOSYALİZM kurulmuştur.
Vatanımız Türkiye’de ulusal Kurtuluş hareketi, o dönem kapitalizm henüz gelişmediği için işçi sınıfı ve onun siyasi partisi tarafından değil, sivil asker yurtsever Türk milliyetçisi aydınlar tarafından yönetilmiştir. Özellikle Mustafa Kemal Atatürk’ün olağanüstü bilgi ve becerisiyle 1923-1938 arasında çağ atlayan Türkiye, Avrupa burjuvazisinin Rönesans dahil 400 yüzyıllık aydınlanmasını, sömürgecilik dahil 400 yıllık sanayileşmesini 15 yıla sığdırmıştır.
Ancak Atatürk’ün ölümünden hemen sonra ulusal kurtuluş mücadelesinin bir kahramanı olan İnönü’n “mandacı” siyasi yönetimi, ulusal kurtuluş mücadelesinde savaştığımız Fransız ve İngiliz emperyalist devletleriyle 1939 yılında “Üçlü İttifak” anlaşmasını imzalayarak Türkiye’nin yeniden emperyalizmle iş birliği kapısını açmıştır.
İnönü, bu adımla da yetinmemiş; 1947 yılında II. Dünya savaşından sonra emperyalist/kapitalist dünyanın liderliğini ele geçiren ABD’ye çok yaklaşmıştır. İnönü, Türkiye’yi emperyalizme mali açıdan bağımlı yapan IMF ve Dünya Bankası’na üye yapmış; ABD ile siyasi ve askeri dostluk anlaşmaları imzalamıştır. Aynı yıl çocuk ve gençlerimizin MİLLİ eğitim programını ABD’nin Ankara büyük elçilerine “Fulbright” anlaşmasıyla teslim etmiştir. İnönü, ABD emperyalizminin tuzağına düşerek Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün partisi CHP’nin iktidarda kalıp DEVRİMLERE DEVAM etmesi yerine, Türkiye’de Batı tipi “Çok partili siyasi rejimi” kabul ederek hem kendi kuruluş felsefesini hem de iktidarı kaybetmiştir. Bir daha da 70 senedir doğru dürüst iktidara gelememiştir. İnönü, NATO’nun kuruluş yılı olan 1949 yılında emperyalist bu askeri ortaklığa üyelik başvurusunda bulunulmuşsa da Türkiye’nin antiemperyalist mücadelesi gerekçe gösterilerek reddedilmiştir. Bilindiği gibi ülkemizin NATO üyeliği, 1952 yılında DP iktidarında Kore’de ABD emperyalizminin yanında komünistlere karşı 734 kayıp verilerek ona SADAKATİMİZİ kanıtlayınca kabul edilmiştir.
NATO üzerinden etkisi altına aldığı TSK komutanlarını Türkiye’deki siyasi amaçlarına kullanan emperyalizm, ülkemizdeki demokratik yönetimi kendisinin Türkiye’yi UZAKTAN DENETİM altına alabileceği şekilde değiştirilmesini sağlamıştır. 12 Mart 1971 Muhtırası ile Üniversite, TRT, çeşitli bilim kurulları gibi özerk kurumları siyasi yönetime bağlatmış, meclisin yasama yetkisini kısmen KHK ile hükümete devredilmesini sağlamış, yargının siyasallaşması sürecinde Hakimler Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) başına yürütmeden Adalet Bakanı ve müsteşarının atanmasına, zamanın anayasa ve yasaları denetleyen ikinci meclis konumundaki Senato’nun tasfiyesine vesile olmuştur. Türk gençliğinin “Antiemperyalist” ve “Tam Bağımsızlıkçı” direnişini, bu hareketin sembolü olan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını idam ederek frenlemiştir.
Emperyalizm yine NATO üzerinden etkilediği Kenan Evren komutasındaki generallerle 12 Eylül 1980 askeri darbesini gerçekleştirerek, Türkiye’de o dönem yükselen işçi sınıfı, gençlik, kadın ve köylü hareketlerini kırdırmıştır. 12 Eylül, Kürtçeyi yasaklayarak yapay bir “Kürt” sorunu(!) yaratmış, siyasi partiler yasası üzerinden parti liderlerine olağanüstü yetkiler tanınarak “liderler Diktatörlüğü” kültürü siyasete yerleştirilmiş, %10 seçim barajıyla da küçük partiler siyasetten tasfiye edilerek demokratik “katılımcılık” yok edilmiştir. Sonuçta Türkiye’de siyasi yaşam, birkaç siyasi partinin liderlerinin iki dudağı arasına sıkıştırılmıştır. Emperyalizm bu liderleri de ideolojik yakınlık, baskı, şantaj vs. gibi yöntemlerle denetim altına alarak Türk siyasetini kendi çıkarları doğrultusunda istediği gibi UZAKTAN yönlendirebilmektedir.
Keza Türk ekonomisi, bir IMF programı olan 24 Ocak kararlarının Özal hükümetleri tarafından uygulamaları ve 2001 krizi sonrası Kemal Derviş’in 15 günde 15 yasa değişiklikleriyle yaptığı düzenlemelerle ÖZELLEŞTİRİLEREK tamamen ÖZEL şirketlerin emrine ve küresel finans kapitalin Neo liberal denetimine bağlanmıştır.
Nihayet emperyalizm, 1990 yılları başından itibaren SSCB ve Varşova Paktı’nın çözülmesinden sonra dünya egemenliği hedefinde ilk adım olarak fosil enerji kaynaklarını, nakliyat yollarını, dünya deniz ticaret güzergahını, stratejik bölgeleri denetim altına almak üzere İslam ülkelerini kontrol programları olan “Genişletilmiş Kuzey Afrika İçin Birlik”, “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” vs. gibi projeleri uygulamaya sokmuştur. Ülkemizdeki Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarı bu projelerin bir ürünüdür. Emperyalizmin o dönem Türkiye ile ilgili planı, İslam dünyasını Osmanlılığı yeniden canlandırarak, HİLAFETİ yeniden kurumsallaştırarak Halife Erdoğan üzerinden kendi denetimi altına almaktı. Bu amaçla Erdoğan BOP eş başkanı yapılmış, bu amaçla Türkiye, Suriye iç savaşına bulaştırılmıştır. ABD, IŞİD ile mücadele bahanesiyle Kuzey Suriye’de etnik temizlik yaparak PKK’ya bir Kürt devleti kurdurmak üzere Güney sınırımıza yerleşmiştir. Ülkemizi uzaktan deneyleyen ve yöneten emperyalizm ayrıca Güney’de PKK ile birlikte komşumuz olmuştur.
Ancak emperyalizmin BOP kapsamında “Yeni Osmanlıcılık” politikası; Tunus’ta İhvan-ı Müslüm taraftarı siyasi partinin erken seçimi kaybetmesi, arkasından acelece Mısır’da şeriat uygulaması, Suriye iç savaşında hiçbir varlık gösterememesi, Sudan da İhvan-ı Müslümcü El Beşir’in kırmızı bültenle aranması ve nihayet Suriye iç savaşında emperyalist dış müdahaleye Rusya ile Çin’in BM Güvenlik Konseyinde karşı çıkması sonucu İFLAS etmiştir.
Bunun üzerine ABD emperyalizmi stratejisinde değişiklikler yaparak Erdoğan’ı bilinçli olarak DIŞLAMIŞ; 2004 yılında G8 zirvesinde BOP eş başkanı olarak atadığı Erdoğan’ı bu görevinden azlederek 2013 yılında “Gezi” olaylarından da yaralanıp onu bütün dünyaya “Diktatör” olarak lanse etmiştir. Anımsanırsa; “Gezi” olaylarında “Orantısız güç” kullanmaya talimat veren İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, 15 Temmuz sonrası mahkemece CİA güdümlü FETÖ’CÜLÜKTEN mahkûm olmuştur. Amaç diktatör Erdoğan ve Türkiye’deki anti demokratik, insan haklarına aykırı uygulamalar bahane edilerek sürekli olarak Türkiye’nin iç işlerine karışmaktır. 2013 yılından itibaren emperyalizm, BOP’UN ilk hedefi olan, ülkemiz Türkiye dahil Tunus’tan Suudi Arabistan’a kadar 22 İslam ülkesinin rejim ve sınırlarını değiştirerek Halife Erdoğan üzerinden İslam dünyasına egemen olmak YERİNE, Ortadoğu’da İsrail gibi kendisine uydu BÜYÜK KÜRDİSTAN devletini kurdurmaya indirgemiştir.
ABD emperyalizmi AKP ve Erdoğan ile ilgili politikalarını değiştirirken, 2013 yılı Kasım ayında Kılıçdaroğlu başkanlığında 25 kişilik bir CHP yönetim heyetini ABD’ye davet etmiştir. Bu ziyarette sosyal demokrat CHP yöneticileri, ABD Demokrat Parti senatörlerini ve ABD emperyalizminin dış politika mimarı olan CFR’İN önde gelen üyelerini ziyaret ederek, “Erdoğan hükümetinin antidemokratik” olduğu konusunda onlarla fikir birliğine varmış; ona karşı BİRLİKTE MÜCADELEYE karar vermişlerdir. ABD’nin Demokrat Parti’den Başkan’ı olan Biden, CHP ile olan İŞ BİRLİĞİNİ “Erdoğan’ı darbe ile değil, seçimle devireceğiz’” diye itiraf etmiştir.
Özetle ülkemizi askeri olarak kuşatan emperyalizm, laik Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkarak yerine şeriat ve hilafete dayalı bir İslam devleti kurmak isteyen Erdoğan liderliğindeki İslam-ı Müslüm iktidarını alttan alta destekleyerek, yıkım süreci bitene kadar muhalefeti de kandırarak susturmakta, böylece İÇ CEPHEYİ de zayıflatmaktadır. Yani emperyalizm, kendi elini kirletmeden Atatürk’ten intikamını almakta, ne yazık ki Türkiye hâlâ uyumaktadır! Bu durumun kökten ülkemiz lehine, emperyalizmin aleyhine değişmesi için,
• Türkiye’de güçlü bir sosyalist parti yaratılmalıdır!
• Atatürk’ün partisi olan CHP, kurucu değerlerine geri dönmelidir!
• İşçi sınıfının öncülüğünde Kuvayı Milliye ruhu yeniden canlanmalıdır!