TÜRK MİLLİ KÜLTÜRÜNDE KADIN
Bugünkü Türkçede kullandığımız “Kadın” kelimesinin kökeni, Göktürk yazıtlarında sıkça geçen ve “Kağan’ın eşi” anlamında bir unvan olan “Katun” kelimesine dayanır.
Mesela Bilge Kağan yazıtında Bilge Kağan, babası İlteriş ile annesi İlbilge’yi “Kağan babam ve Katun annem” diye anar.
Eski Türkçedeki “Kağan” kelimesinin zamanla “Hakan” ve “Han” kelimelerine kaynak oluşuna benzer şekilde, “Katun” kelimesi de zamanla “Hatun” ve “Kadın” olmak üzere iki ayrı kelimeye kaynak olmuş ve her iki kelime de kullanılmayı sürdürmüştür.
Geleneksel Türk kültüründe en önemli sosyal birlik olan ve eski Türklerin “kamıg bagı (kemik bağı)” dedikleri kan akrabalığı esasına dayanan aile, cemiyet yapısının temel çekirdeğiydi.
Ailenin temelini kadın teşkil ettiği için de kadına atfedilen yücelik ve kutsiyet çok büyüktü.
Türk destanlarında kadın ilahi bir varlık mertebesine çıkartılıyor, bazen karanlığı yararak gökten inen mavi bir ışık huzmesinden ve bazen de kutsal bir ağacın kavuğundan peydah oluyordu.
Türklerin ilksel inançlarında Ay erkek kabul edilirken Güneş’in dişi bir varlık olarak kabul edilmesi, Güneş’in hayatın kaynağı oluşu ile kadının doğurganlığı arasında kurulmuş ilişkiye dayanıyordu.
Güneş nasıl hayatın kaynağı ve doğadaki bereketin sembolüyse, kadın da aynı şekilde toplumun kaynağı ve toplumdaki bereketin sembolü idi.
Onun için Türk babaları kız evlatlarına “evimin bereketi” diye hitap ederler ve o çağlarda kızlarını diri diri gömen kavimlerden farklı olarak bir kız evlat vermesi için Tanrı’ya yalvarırlardı.
Keza eski Türk edebiyatında kadınlar bu devrin ideal erkek tipi olan “Alp tipi”ne benzetiliyorlar, tıpkı erkekler gibi at binip silah kuşanan kahramanlar şeklinde betimleniyorlar ve kesinlikle Orta Doğu ya da Avrupa’nın yerleşik medeniyet çevrelerinde teşekkül eden edebiyatlarda olduğu gibi salt haz konusu edilerek metalaştırılmıyorlardı.
Kadınların evleninceye kadar erkeklerle eşit şekilde savaşlara katıldıkları ve en az bir düşman öldürünceye kadar kocaya varmalarının yasak olduğu Türk boyları bile vardı.
Geç Hun döneminde hakanı korumakla görevlendirilmiş atlı ve okçu kadınlardan oluşan hassa orduları kurulmuştu.
Göktürk ve Uygur ordularında hem süvari ve hem de piyade olarak kadın askerlere rastlamak olağandı.
Eski Türklerde kadınlar devlet yönetiminde de rol alıyorlardı ve Kağan’dan sonra sözü en çok geçen kişi Kağan’ın karısı ve naibi “Ulu Katun”du.
Tanınmış bir Türk boyunun mensubu ve gelecekteki hükümdarın annesi olarak kendine ait odacıları, ulakları, buyrukları ve muhafızları bulunan Ulu Katun, törenlerde Kağan’ın yanında yer alır, yabancı ülkelere elçi gönderebilir, elçiler kabul edebilir, Kağan savaşa gittiğinde başkentte kalır ve vekâleten devleti yönetirdi.
Hun Kağanı Atilla ile karşılaşmayı bekleyen Roma elçileri Atilla’nın eşi Arıkan Katun ile görüşmek zorunda kaldıklarında şaşırmış ve yadırgamışlardı.
Eski Türk devletlerinde “yarlık” denen ferman veya emirnameler “Kağan ve Katun buyuruyor ki” şeklinde başlar ve toplum üzerine Kağan kadar Katun’un da ağırlığı olduğuna işaret ederdi.
Kağan ile birlikte Katun’un da adının geçmediği ve damgasının olmadığı buyruklar geçersiz sayılırdı.
Şehzadelerin Kağan babalarının otağına girdiklerinde önce analarını ve sonra babalarını selamlamaları adetti.
Türk tarihinde hükümdarlık tahtına çıkan ve devleti bizzat yöneten kadınlar da görülmüştü.
M.Ö. 6. Yüzyılda yaşayan ve tarihin bilinen ilk kadın hükümdarı olan Tomris Hatun, bir Türk/Saka kraliçesiydi ve nice erkeklere taş çıkartacak kudretiyle Perslere dünyayı dar etmişti.
M.S. 6. Yüzyılda Kafkaslar ve Anadolu’ya kadar yayılmış olan Sabar Türklerinin hükümdarı Balak Han ölünce de onun dul eşi Boğarık Hatun Sabar tahtına geçmiş ve Bizans kaynaklarına üstün bir idareci ve savaşçı olarak yansımıştı.
Meşhur Hive Hanı ve tarihçisi Ebul Gazi Bahadır Han’ın Şecere-i Terakime adlı eserine göre ise Oğuz ilinde yedi kız uzun yıllar beylik yapmıştı.
Türkçede “ana-baba” veya “karı-koca” denirken kadının daima erkekten önce anılıyor oluşu Türk milli kültüründe kadına verilen değerin alametleridir.
Türk düşüncesinin devlete “baba” derken devlete zemin teşkil eden vatanı “ana” olarak telakki etmesinde de Türk ailesinin ana-baba-evlat münasebetlerinde temellenen prensiplerini ve kadının erkekten bir parça daha önemli addedilişini görmek mümkündür.
Bugün Türk kadını yerlerde sürünüyor, şiddete uğruyor, eve hapsediliyor, bir mal gibi alınıp satılabiliyorsa bunda milli kültürden kopuşun payı büyüktür.
Atatürk’ün dediği gibi, Türk kadını, yerlerde sürünmeye değil, ancak ve ancak omuzlar üstünde yükselmeye layıktır.
Türk Milli Kültüründe Kadın
