RTE’NİN DİPLOMASINDA ŞÜPHELER

Diploma tartışması
Tayyip Erdoğan’ın diploma tartışmalarına bugüne kadar girmedim.
Zira sonuç itibariyle, halk beğenmiş, seçmiş, Cumhurbaşkanlığı makamına oturtmuş.
Ayrıca, muhtemelen “kara propaganda” diye düşündüm.
Zira, 1994’te, İstanbul 15. Noterliği’ne tasdik ettirilen diploma fotoğrafı, onun, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde 4 yıl süreyle lisans öğrenimini tamamladığını ve 1981 Şubat ayında mezun olduğunu belirtiyordu.
2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde de, Marmara Üniversitesi, bu diplomanın bir benzerini kamuoyuyla paylaşmıştı. Daha sonra, bir de, “Geçici mezuniyet belgesi” ortaya çıktı.
O noktada şüphelenmeye başladım… Zira, geçici mezuniyet belgesinde, dekan diye Doç.Dr.Sinan Artan’ın ismi ve imzası mevcuttu.
Oysa, Marmara Üniversitesi’nin yayınladığı belgede, Prof.Ömer Faruk Batırel’in adı dekan diye geçiyordu ve imza yoktu.
(Buna mukabil, 1994’te Noter’e tasdik ettirilen diplomada Batırel’in imzası da mevcuttu.)
Geçici mezuniyet belgesini biraz daha yakından inceledim.
Şöyle yazıyordu: “Fotoğrafı yukarıda onaylanmış bulunan 2443 numaralı Ahmet oğlu Recep Tayyip Erdoğan, Ticari Bilimler Fakültesi, İktisat ve Ticaret Yüksek Öğretim programına tabi tutulmuş, gerekli sınavlarda başarı göstererek, 1980/1981 öğretim yılı Şubat döneminde orta dereceyle mezun olmuştur.
Lisans diploması hazırlanmakta olduğundan, sonradan aslıyla değiştirilmek üzere bu geçici belge kendisine verilmiştir.”
“Fotoğrafı yukarıda onaylanmış bulunan” diyor ama, söz konusu belgede fotoğraf yer almıyor.
Özensizlik mi, ihmal mi?
Ve neden sadece böyle geçici bir belge mevcut?
Erdoğan, uzun yıllar içinde, 1981’den 1994’e kadar, diplomanın aslını almayı düşünmedi mi?
Belediye Başkanlığı’na aday olduğu zaman, Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nden lisans diplomasını alıyor ve 13 Nisan 1994’te, İstanbul 15.Noterliği’ne tasdik ettiriyor.

*İlk soru: Geçici mezuniyet belgesinde, dekan Sinan Artan yazıyor;
Noter’e tasdik ettirdiği lisans diplomasında ise Prof.Ömer Faruk Batırel.
Kaldı ki, Ömer Faruk Batırel’in, 1981’de Doçent olduğu ve 1982’de profesör unvanını kazanıp, dekanlık koltuğuna oturduğu biliniyor.
Dolayısıyla 1981’de mezun olan Tayyip Erdoğan’ın diplomasında, onun imzası yer almamalıydı.
Geçici mezuniyet belgesine bakarsanız, orada, Ticari Bilimler Fakültesi, İktisat ve Ticaret Yüksek Okulu yazıyor.
Yüksek okullar, 2 yıl, en fazla 3 yıl eğitim veriyor diye bir bilgi mevcut.
Bu yanlış mı?
Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanunu, 4 yıllık bir fakülteyi bitirmiş olmayı mecbur tutuyor.
Bu yüzden, ikinci soru önemli…

*İkinci soru: Erdoğan, 4 yıllık bir fakülte bitirdi mi?
Aksaray Yüksek Ticaret Okulu ve Beyazıt Maliye Muhasebe Yüksek Okulu’nun, Ticari Bilimler Fakültesi’ne dönüştürülüp, Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi adıyla eğitim ve öğretim hizmeti vermesi 1982’de gerçekleşti.
Acaba, 1981’de ve öncesinde, MHP milletvekili Yusuf Halaçoğlu’nun iddia ettiği gibi, Aksaray Yüksek Ticaret Okulu 3 yıllık mıydı?

*Üçüncü soru: Marmara Üniversitesi, Tayyip Erdoğan’ın İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nden 4 yıl süreli lisans öğrenimini tamamlayarak, 1981 Şubat’ında mezun olduğunu ileri sürdü.
Oysa, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, 1982’de kuruldu.
Tayyip Erdoğan, -Marmara Üniversitesi bünyesine katılmadan önce- İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ne bağlı Ticaret Yüksek Okulu’ndan mezun olmadı mı?
Bir kişi, henüz kurulmamış bir fakülteden, -İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nden- nasıl mezun olabilir?
Nokta dergisinin bu konudaki bir haberi de dikkat çekici.
AKTroller, geçici mezuniyet belgesini incelettirdiklerini ve bunun gerçek olduğunun, İngiliz Adli Tıp uzmanı Anthony Stockton tarafından belirlendiğini açıklayan tweetler attılar.
Nokta, Stockton’a ulaşmış.
Stockton, Tayyip Erdoğan’ın diplomasının üzerinde bir incelemesinin olmadığını söylemiş.
Bu tip sahteciliğe dayanan gayretler de, insanın zihninde şüpheler uyandırıyor.

*Dördüncü soru: Neden geçici mezuniyet belgesine İngiliz Adli Tıp’ından bir rapor alınmak istendi?
Bu işin kolayı yok muydu?
Açarsınız arşivi, herkes, diploma bilgilerine ulaşır.
Erdoğan’ın Yüksek Ticaret Okulu’nda okuyup okumadığı, kaç yıl süreli bir eğitim gördüğü de ortaya çıkar.

BHARARA: “17/25 ARALIK DARBE DEĞİL, RÜŞVETTİR”
Rıza Sarraf’ın kefaletle tahliye edilmesi için avukatı Brafman, birçok iddiayı içeren bir belgeyi mahkemeye sundu.
Meselâ, İngilizce bilmediği halde tercüman desteği verilmeden sorgulandığını,
İran ambargosundan haberi bulunmadığını,
hakkındaki rüşvet iddialarının, bir söylentiden ibaret olduğunu,
Türkiye’de savcının takipsizlik kararıyla iddiaların düştüğünü,
bakanların da TBMM’de aklandığını hatırlattı.
Bütün bunları, Cemaat’in bir tertibi gibi gösterirken, Osman Can’ın “Türkiye demokrasisini Gülenistlere karşı korumalı” başlıklı yazısına, Mustafa Akyol’un Hanefi Avcı röportajına ve Nedim Şener’in Al Monitor’de Tülin Daloğlu’yla söyleşisine dayandırdı.
Şener, röportajda şöyle diyordu: “Rüşvet ikinci derece önemli bir meseledir.
Burada Cemaat’in doğrudan Tayyip Erdoğan’ı hedef aldığı görülmelidir.
Bu gelişme Cemaat’in istediği zaman Başbakan’ı devirecek kadar güçlendiğini göstermektedir…
Cemaat’in yolsuzluklara karşı savaşında samimi olduğunu düşünmüyorum.
Erdoğan iktidara ilk geldiği günden itibaren yolsuzluk vardı.
Meselâ Deniz Feneri… Cemaat, o dönemde hiçbir reaksiyon göstermedi.
Dünden bugüne mi, yolsuzluk hakkında duyarlı hale geldiler?
Türkiye’de ilk defa yolsuzluk iddiaları dile getirilmiyor.
Bu ayarı yaparken, Cemaat’in hangi amaçla hareket ettiğini sorgulamalıyız.”
***
17-25 Aralık’tan sonra, yolsuzlukların örtülmesi hususunda kim kiminle el ele tutuştu…
Rıza Sarraf’ın avukatının mahkemeye sunduğu belgeler bunu pek güzel gösteriyor.
Ve maalesef, kimilerinin gözü, Cemaat düşmanlığıyla körleştiği için, Tayyip Erdoğan, masum insanların cezaevine atılmasına yol açan Cadı avını başarıyla yürütebiliyor.
Ama bakın Savcı Preet Bharara, avukatın tezlerine karşı ne dedi: “Türkiye’deki dosya, savcı değiştirilince kapatıldı.
Savcısı değişince verilen takipsizlik kararını dikkate almıyoruz.
Bir başka ülkenin iç işlerine karışmıyoruz ancak, orada elde edilen bilgiler ve deliller bizdekilerle örtüşüyor” dedi.
Demek ortada bir Cemaat oyunu yok.
Ciddi bir yolsuzluk söz konusu.
Türkiye’de önde gelenlerle rüşvet ilişkisi kurabildiği için, “Sarraf oraya kaçar ve bize iade etmezler” endişesini taşıyan Savcı Bharara, kefaletle tahliyeye karşı çıkıyor; “Bu Cemaat’in oyunu, darbesi” tezine katiyen katılmıyor.

Kaç kere söyledim, bir kere daha altını çizeyim: 17-25 Aralık’ta Cemaat darbe yaptı diyebilmek için:
Polis, hâkim ve savcılarla Cemaat’in bağlantısının somut delillerini bulmanız gerekiyor.
Oysa bugüne kadar böyle bir kanıt ortaya konulamadı.
Ayrıca, ortada bir yolsuzluk olduğuna göre, o savcı ve polisler, “darbeci” sayılmamak için, geniş rüşvet ağını görmezden mi gelmeliydi?
Siz ne derseniz deyin, terör örgütü üyesi ve darbeci diye kaç kişiyi cezaevine atarsanız atın, Galileo’nun Engizisyon Mahkemesi’nden çıkarken söylediği gibi, “Dünya güneşin etrafında dönmeye devam ediyor”.
N.Ilıcak