Son halife Abdülmecit’in kızı ve torunları, dönemin en modern giysileri içerisindeydi.
Osmanlı döneminde türbanın binbir çeşidi kullanılıyordu…
Tarihte kadınların neyi nasıl giyip giyemeyecekleri her zaman erkeklerin en önemli uğraşlarından biri niteliğini taşıdı.
18.yüzyılın başında 3.Ahmed‘in saltanatından itibaren bu konuda bir hayli ferman yayımlandı…
Türkiye’nin başı bir kez daha kadınların kıyafetiyle dertte.
Mesele malum: Türban.
Gerçi konu üniversite öğrencisi kızların başlarını örtüp örtemeyecekleriyle sınırlıymış gibi görünse de yaygın endişe sürecin burada sonlanmayacağı, uygulamanın zaman içinde kamu görevlileriyle ilgili kısıtlamayı kapsayacak şekilde genişleyeceği yönünde.
Yapılan anayasal düzenlemenin Türkiye’yi nasıl etkileyeceğini bu haftadan itibaren yaşayıp göreceğiz. Başını örtmek isteyen genç kızların gruplar halinde üniversitelerin kapısına ‘Nasıl yendik’ edasıyla dikilmesi ve gerginliklerin yaşanması da mümkün, sağduyulu davranıp tedirginliklerin farkında olduklarının bilincinde bir tavır sergilemeleri de.
Kadın kıyafetleri, yani örtünme bugünün sorunu değil elbette.
Osmanlı tarihi bu konuda yaşanmış sıkıntılar ve çatışmalarla dolu.
Yaramaz kadınlar!
Her şey Batı’yla temasın artması, Türkiye’nin kapılarını yabancı elçilere açmasıyla başladığını düşünen tarihçiler konunun evveliyatına ilişkin olarak ‘Yahudi tüccarlar’ı işaret ediyorlar.
Onların saraya ve zengin konaklarında yaşayan kadınlara getirdikleri rengârenk kaliteli kumaşlar ve göz alıcı takıların kışkırtıcılık işlevi gördüğü söylenebilir elbette.
Haremde serbestçe dolaşmaları mümkün olan kadınların bu birbirinden güzel kumaş ve mücevherleri şık görünmelerini sağlayacak şekilde sunmak istedikleri düşünülebilir.
Ancak esas değişimin ‘Lale Devri’ diye adlandırdığımız debdebe döneminde yaşandığına şüphe yok.
Belleri ince gösterecek bağcıklı korselerin, sutyen yerine canfes denilen göğüz kuşaklarının kullanılmaya başlandığı dönemdir bu.
Kadınların gösterişli giyinme merakının sarayın, konakların dışında sıradan halk tabakasında da yayılma istidadı göstermesi üzerine ilk yasaklama 1703’te tahta çıkan 3.Ahmed’in saltanat döneminde 1725’te geldi.
Onun sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa’nın eliyle İstanbul kadısına ve bostancıbaşına gönderdiği fermanın yeni Türkçeyle ifadesi şöyle:
“İstanbul, memleketimizin yüzsuyu, ulema, sulaha ve udeba beldesidir.
Halkının da günlük kılık kıyafetinin şeriat emrine uygun olması, devlet namusu gereğindendir.
Fakat harpler yüzünden çok mühim işlerle uğraşılırken bu husus ihmal edilmiştir.
Bazı yaramaz kadınlar bunu fırsat bilip sokaklarda halkı baştan çıkarmak maksadıyla aşırı süslenmeye başlamışlardır.
Yeni biçimlerde çeşitli esvaplar yaptırarak, Hıristiyan kadınları taklit ederek başlarına acayip serpuşlar geçirdiler.
Nice utanç verecek biçimler çıkarıp namus ve edebi tamamen ortadan kaldırdılar.
Birbirinden görerek bu hal namuslu kadınlar arasında da yayıldı.
Kadınlar bu yeni çıkma esvaplardan yaptırmaları için kocalarını zorlamaya başladılar.
Zenginler bu yüzden para harcıyarak israf ile günahkar oldular.
Kudreti olup da kadınlarının isteğini yerine getirmeyenlerin de evlerinde geçim tadı kalmadığı öğrenildi.
Bundan böyle kadınlar bir karıştan ziyade büyük yakalı ferace ve üç değirmiden fazla baş yemenisi ile sokağa çıkmayacaklardır.
Feracelerde süs olarak bir parmaktan enli şerit kullanılmayacaktır.
Bu yasakları dinlemeyecek olan kadınların sokakta yakalarının kesileceği ve esvaplarının yırtılacağı ilan olunsun.
Dinlememekte ısrar edenler yakalanıp başka şehirlere sürüleceklerdir.
Bunu mahalle imamlarına kesin olarak bildiriniz.
Bu yasakları dinlemeyen terziler ve şeritçiler de ayrıca şiddetle cezalandırılacaktır.
Yasakların tatbikinde ihmaliniz görülürse siz de şiddetle ceza göreceksiniz”.
Bu yasak etkili oldu mu derseniz ona evet demek zor.
Zor zira itibar edilmediğinin kanıtı bir süre sonra aynı konuda yeni fermanın yayımlanmak ihtiyacının hissedilmiş olmasıdır.
Bu defa kadınların çarşıda göz alıcı renkli kıyafetler içinde topuklarına kadar uzanan feraceler giymeleri ve başlarına ‘köçekbaşı’ denilen üzerinde işlemeler bulunan sert bezden renkli bant katmalarıydı.
Arkasından uzun yakalı ferace, aşırma yaşmak, kırma yen ve ‘Müslüman kadına yakışmayan’ makyaj ve mücevher kullanılması yasaklandı.
Bu yasak da tavsadı bir süre sonra kadınlar arasında bu defa ‘bahriye yakalı ferace’ modası yayıldı.
2. Mahmut, Tanzimat ve Batı
Yeniçeri ocağının kaldırılması, sarık ve şalvarın yasaklanıp yerine fes ve pantolon giyilmesi emrini vermesi 2.Mahmud’u halkın gözünde ‘gâvur padişah’ konumuna düşürdüyse de gözler zamanla bu erkek kıyafetine alıştı.
Aynı süreçte batıdan gelen dalga, kadın giyimini de etkiledi.
Öncülüğü gayimüslim kadınlar yaptı yine. Yeniköy’de, Tarabya’da, Büyükdere’de ya da Kadıköy’de oturan gayimüslim genç kız ve kadınlar Osmanlı başkentinde sayıları hayli artan Batılı diplomat ve tüccarların ailelerinden esinlenerek özellikle Paris’e elbise siparişi vermeye başladılar.
Türk kadınlarında da önce feraceler renklendi ve bunlar vücuda oturacak şekilde dikilmeye başlandı.
Öyle bir noktaya vardı ki vücut hatlarının belirginliği 2.Abdülhamid devrinde ‘çarşaf giyilmesi’ emri yayımlandı.
Kadınlar bu emri de dinlemedi.
Bağdat usulü denilen tarzda yeni bir çarşaf tipi üredi.
2.Abdülhamid bu konuda Yıldız’da kendi kızlarına ve harem halkına dahi söz geçiremeyeceğini yaşayarak gördü.
Hanım sultanların tamamı Türk terziler eliyle giyinmeyi terk ettiler.
Hepsi Paris’ten elbise getirtmeye başladı.
Dönemin ünlü moda evlerinin katalogları ve modelleriyle satıcılar saraya geliyor, sultan hanımlar beğendiklerini işaret edip sipariş ediyorlardı.
Çarşaf ve peçe
Çarşaf giyilmesi zorunluğunun bazı suçların işlenmesine sebep olduğu biliniyordu ama 2.Abdülhamid’in yasaklama kararı Teşvikiye Camii’nde kıldığı bir cuma namazı sonrasında çıktı.
Saraya dönüş yolunda çirkin biçimde belleri bağlı siyah çarşaflara bürünmüş, yüzlerini peçeyle örtmüş kadınlar gören padişahın mabeyn görevlisine;
“Buların hali nedir? Yaşlı Hıristiyan kadınlara benzemişler… Sanki böcek sürüsü” dedi…
1892 yazında yayımlanan ferman şöyle:
“Açıklamaya gerek yok ki büyük İslam devletinin ayakta durması, devamı ve yükselmesi, kadın ve erkek bütün Müslümanların her türlü hal ve hareketlerinde şeriatin yüksek hükümlerine son derece dikkatle uymalarına bağlı olup, aksi halde Allah esirgesin gerek fertler gerek devlet için maddi ve manevi sonsuz zararlara neden olacağından;
İslam kadınlarının Allah’ın emirlerinden bulunan örtünme usul ve kaidelerine, fevkalade dikkat ve itina göstermelerinin lüzumunu beyana hacet olmadığı, bu çarşaflar ise İslam kadınlarınca örtünmeye asla uygun olmadığı gibi, bir maksatla şuraya buraya girmek için bazı münasebetsiz erkekler tarafından da bir fesat ve melanet perdesi olarak kullanılmakta olup hatta geçenlerde bir erkek bu suretle, çarşafa bürünerek kadın kıyafetiyle silahlı olarak bir eve girip içerideki kadınların üzerine hücumla, çaldığı eşyayı pencereden arkadaşına atarak kaçmış olduğundan;
dindarlık ve maslahat bakımından da ortada olan zararlardan ötürü, icap edenlere münasip
bir biçimde anlatılıp tenbihlenerek, kadınların çarşaf giymelerinin yasaklanması Padişah emri iktizasındandır;
Bu hususta emir, emir sahibinindir.”
Çarşaf yasaklanınca, polislerin ellerinde makas Kalpakçılarbaşı, Şehzadebaşı, Köprü gibi İstanbul’un kritik noktalarında bekleyip çarşaflı gezen kadınların eteklerini kestikleri biliniyor.
Rus göçmenler
Bu süreçte Türk kadınların güzel görünme ve örtüden kurtulma arzusunun son olarak Rusya’da 1905’te ortaya çıkan olaylar sonrası İstanbul’a göç eden Rus ailelerin kadınlarının görünüşünden etkilendiğini söylemek mümkün.
Hatta bu durumu erkeklerin teşvik ettiği de.
Onların yokluktan başlarını örtmek için tül sarmalarında dahi İstanbul kadınları şıklık keşfedip taklit ettiler.
Türk basınında korse tartışmalarının kavga derecesine tırmandığı, ilk resimli moda dergisi Mehasin’in yayımlandığı dönemdir bu.
Adı estetik manasına gelen Mehasin yayın hayatına başlarken ‘Mükemmel bir moda dergisi olacağız.
Her nüshada Avrupa’nın en meşhur moda gazetelerinden on parçayı mütecaviz resimlerle iç çamaşırlarından en mutantan bir kostüme kadar resimler arz olunacaktır’ sözünü veriyor ve dönemin ünlü kalemlerinden Mehmet Rauf Bey’in ‘İç Çamaşır’ başlıklı yazısıyla çıkıyordu.
‘Çarşaf’ın dini gerekçelerle gündeme gelmesi bugünün işi.
Oysa yakın geçmişte çarşafın darala darala etekliğe dünüşümü yaşandı.
1.Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarında yokluklar da normal elbise üzerine giymek için ayrıca çarşaf diktirme alışkanlığını yok etti…
BUGÜN KARAÇARŞAF, ABDÜLHAMİT’E DE, CUMHURİYETE DE İNATLA, ÇOĞALARAK GİYİLİYOR.
|