FESLİGİLLERİN YUNAN SUBAYI HATIRA DEFTERİ

“Keşke Yunan Galip gelseydi ” Diyenlerin dikkatine:
Yunan Subaylar’ın Hatıra Defterleri’nden, Türk Soykırımı! GEÇMİŞİNİ UNUTANIN, GELECEĞİ OLAMAZ!

BALKANLAR VE ANADOLU’da yaşadığımız soykırımı, zulmü, işkenceyi, tecavüzü ve sürgünü bu yüzden resmî kaynaklardan, görgü şahitlerinden, hatta cânilerin kendi ifadelerinden nakletmeye devam ediyoruz…

İşte yaptığı zulümle öğünen YANYALI bir yerli Rum’un mektubundan kısaltılmış alıntılar:

– “Gönderdiğim kulakların her birini sevgililerinize bir zafer hediyesi takdim ettiğinizi yazıyor, ve Türk kadınlarıyla geçirdiğim dakikalardan, (gasbettiğim) mallardan bahsetmemi istiyorsunuz.”

– “Azizim Mihail, hayatım o kadar sefalı, o kadar renkli ki!.. Emin ol, 14. Lui bile benim kadar gönül alıcı genç kızların kucağında mesut olmamıştır! Öyle Venüsler’e mâlik bulunuyorum ki, onların yalnız ırzları değil, hayatları da benim elimde!”

– “Her gece 8-10 Türk-Osmanlı kızını ağlata ağlata soymak, oynatmak, bir zaman tehditle, işkencelerle onları mey’us (kederli) ettikten sonra müstehzi (alaycı) gülüşlerimizle rakslarını alkışlamak Helen Oğulları’na ne kadar neşeli bir gurur veriyor!”

– “Sabahlara kadar Yunan subaylarıyla birlikte bu nefis ve dilber Türk kadınlarının çıplak sevimli manzaraları karşısında Mağlup olmaz Kralımız’ın şerefine billûr kadehler şakırdatıyoruz!”

– “Fakat bilsen, bunları ne maharetle oynatabildim!.. YANYA’nın düştüğü gün, bütün Müslümanlar şanlı Yunan ordusunun korku ve vahşetiyle samanlıklarda saklanırken, ben evvelce tanıdığım güzel müşterilerimin evlerini (kapılarını) çalarak birer birer onları himaye edeceğimi söyledim. Derhal sevinerek icabet ettiler.”

– “Zaten bu aptalları aldatmak için öteden beri ben müfrit bir Osmanlı kesilir, Yunanlar’a karşı hiddetli görünürdüm.”

– “Bütün mücevherat ve paralarıyla benim eve geldiler… İlk günlerde 19 Müslüman vardı. Bunlardan 7’si eğlenceme mâni olduğu için, birer suretle kuyuya yuvarlandı!.. 3 ihtiyar kadın da faydasız ve can sıkıcı olmak hasebiyle, kolayca boğazlandı!”

– “Şimdi en müstesna ve lâtif olarak 9 metrese mâlikim!.. Bunların arasında parmaklarında fındık kadar pırlantalı yüzükleri olan sarışın endamlı 2 kız vardı, Miralay’ın kızları… Daima inatkâr vaziyetleri ile beni çok uğraştırıyorlardı! Yemek yemedikleri için günden güne zayıflayarak âdeta bir iskelet halinde kuru ve çirkin oluyorlar.”

– “Daha genç iki yüzbaşı hanımı var. Biri hamile…Geçen gün çırılçıplak soyunmak ve oynamak istemediği için kendisini güzelce tokatladım, tekmeledim. Çocuk düşürdü!”

– “Bu uğursuz Türk yavrusunu, ayaklarımla annesinin gözleri önünde, yumurta kırar gibi ezdim! (Kadını) o halinde bile dediklerimi yapmaya zorladım. Bilirsin, Mihail, ne kadar inatçıyımdır!”

– “Öbürleri bir doktor binbaşının 3 sevimli kızıyla, 2 mülâzım hanımından ibarettir.”

– “Bunlar benim 4 senelik yağlı müşterilerimdir. Avrupa’dan lavantalar, pudralar getirir, bire on kazanırdım. İlâçlar, maden suları başka bir yekûn!.. Eczaneme şöhret veren (bu) doktordur. Sersem, hastalarına mutlaka benden ilâç almalarını tavsiye ederdi!”

– “Türkler’i bir inek gibi sağdım!. Muharebeden evvel eczanemde 2.000 liralık mal vardı. Atina’da sizin karşınızdaki dükkânları
3 senede yaptırmıştım. Bundan başka her ay gizlice Yunan Donanması’na 8 lira verirdim. Etniki Eterya Cemiyeti’ne de 6 lira yollardım.”

– “Fakat şimdi sormuyorsun, servetim ne kadar!.. Geberttiğim 3 kocakarının elmasları, kuyuya yolladığım Müslümanlar’ın banknotları fena bir yekûn değil… Fakat bu ganimet hiçtir, Mihail, hiç!.. Yanımdaki 9 metresin her birine IRZLARINA TECAVÜZ ETMEMEK şartıyla aramızda bir mukavele var. Fakat karşımızda çırılçıplak oynayacaklar, raksedecekler, bize içki dağıtacaklar! Buna mukabil bütün mücevherlerini ve elbiselerini teberru(!) ettiler. Evlerine gittik. En gizli yerlere gömdükleri servetlerini çıkarıp bize teslim ettiler!”

– “Bütün mallarını aldığımıza kanaat getirdikten sonra, muahedeyi parçaladık. Ahdi bozduk! Böyle mahkûm ve esir adamlara verilen sözün kıymeti olur mu?”

– “Avrupa siyasetçileri hakikaten çok güzel bir kaide koymuşlar: Kuvvet, hakka üstündür!”

– “Bilirsin, ben Atina’dan diploma alarak YANYA’daki eniştemin yanına geldiğim zaman, çok züğürt idim. Bakkallık eden eniştem, HASAN BEY isminde şişman bir Türk beyine beni takdim ettiği zaman, bir saat içinde herifi kandırdım. Haftasında eczane açıldı!.. HASAN BEY bütün zengin aileleri bana getirdi.”

– “Asıl anlatmak istediğim meseleye geldim. Bunun en küçük kızı o kadar dilber, o kadar sevimli idi ki, bizim Atina’nın güzellerinden (Venüs) olabilirdi. Her gün toplar patlarken bunların konaklarına gider, teselli verirdim. YANYA düştüğü gün, bunları da öbürleri gibi kandırarak evime getirmiştim…”

– “Bir akşam ihtiyar HASAN BEY sancılandı. Hemen eczaneye koştum. Bir bardak süte AKSELMEN eriterek üstüne bir kaç damla NÂNE RUHU koydum. İhtiyarı, bir daha duymamak üzere sancıdan kurtardım!..”

– “(HASAN BEY’in) İki genç hizmetçi kızlarını, tanıdığım bir Yunan çavuşuna hediye ettim. Yalnız Hanım’la, Büyük Hanım kaldı. Büyük Hanım gayet ihtiyar olduğu için bana zahmet vermedi. Boğazını mendil ile sıktım. Gözleri fırladı, dili sarktı. (Devamlı) elinde tuttuğu çekmeceyi bıraktı.”

– “Hanım’ı cennete yollamak pek kolay olmadı. Gece boğazlamak istedim. Meğer uyumuyor, küçük kızı NİHAL ile titreyerek sabaha kadar otruuyorlarmış. Zehirlemeye teşebbüs ettim, farkına vardı. (Endişeden) Kahve tiryakisi kesildi.”

– “Küçük bir ispirto ocağına eter doldurdum, Kahve pişirmeye uğraşırken benzin tutuştu. Sevgilim NİHAL, çılgın bir halde annesinin üzerine atılacağı zaman kavradım, menettim. Kucağımda bağıra bağıra bayılıncaya kadar annesinin yanmasını seyretti!”

– “Fakat bir türlü bana teslim olmuyordu!.. Şiddet kullandım, olmadı. Ölümle tehdit ettim, korkmadı. Elbiselerini parça parça ettim, Artık karşımda çıplak bir Venüs gibi duruyordu. Yalnız yine elleriyle göbeğinin altını örtüyordu. Kollarını büktüm, beni ısırmaya başladı! O hiddetle hançeri sol bileğine sapladım. Bir kolu tutmaz oldu. Fakat öbür avucuyla gene avret yerini örtüyordu. Bu defa ikinci kolunu da sakatlamak mecburiyetinde kaldım. Bacaklarını kuvvetle birbirine sardı. Bacaklarının da damarlarını kestim. Ben bile kuvvetten düşmüştüm. Nihayet teslim oldu!.. Yunanlar dünyayı fethetseydi, bu kadar zevk hissetmezdim. Ne var ki, ben visâle nâil olurken, o ruhunu çoktan teslim etmişti. Doğrusu pişman oldum… O dilber perinin tombul memelerini keserek eczalı bir şişeye koydum. Saklıyorum.” (Türk Kaatilleri ve Yunanlar, İstanbul Matbaa-ı âmire , 1332/1916)

ESKİ SELÂNİKLİ YERLİ RUM, YENİ YUNANLI BİR SUBAYIN HATIRA DEFTERİNDEN KISALTILMIŞ İKTİBASLAR:

8 Ekim 1912 , Selânik

– “Yarabbi, bu JÖN TÜRKLER ne müthiş adamlar!.. Yunan milletine yağlı bir şikâr (av) olan TÜRK MİLLETİ’nin bir gün iktisâdî mücadeleye başlayacağını tasavvur edemezdim.”

– “TÜRKİYE fakirlerimiz için servet, zenginlerimiz için bir tarla!… Hiç bir sanat ve meslek sahibi olmayan Yunanlar, bir şey yapmasalar bile bu memlekette hırsızlıkla zengin olurlar!”

– “4-5 sene evvel en koyu Müslüman mahallelerindeki bakkallara, kasaplara varıncaya kadar bütün ticaret ve sanatlar Yunanlar’ın (Rumlar’ın) elinde iken, bugün onların birer birer mahvolduğunu, yerine Türk domuzlarının teşviki ile kurulan müesseseleri görüyoruz. Bu gidişle genişleye genişleye bizi Adalar’ın yalçın kayalarına, Mora’nın korkunç sahillerine fırlatacaklar.”

– “Evvelden padişahların tahta çıktıkları günde dükkânımı bayraklarla, kandillerle süsleyerek müşterilere gayet sadık bir Osmanlı dostu olduğumu gösterirdim. Bu suretle muhabbetlerini ve servetlerini çalabilirken, şimdi yanımdaki Türk dükkânına daldıklarını görüyorum. MEŞRUTİYET gününden şimdiye kadar gelirimde âşikâr bir azalma görüyorum.”

– “İnkilâbdan bir sene evvelki gelirim, masraflar hariç 7.000 lira iken, MEŞRUTİYET’in ilk senesi 4.000, 2. senesi 3.000, bu son günlerde 500 liraya indi. Ayda 48 lira dükkân kirasına bile kâfi değil!”

17 Ekim 1912 , Selânik

– “Bugün Yunan Konsolosu, kaptan, sanatkâr, tüccar, ne kadar Yunan (Rum) varsa, hepsi toplandı. Türkler’le muhar*****n muhakkak olduğunu beyan etti. Ohhh!!.. Domuz Jön Türkler!.. İşte şimdi ben, yüzümdeki Osmanlı maskesini yırtarak suratınıza fırlatıyorum!.. Ben Yunan’ım!.. Hem de Yunan ordusunun bir yedek subayıyım!”

– “Türkler!.. Sizi DİRİ DİRİ ateşte yakacağım. Aleyhimize söz söyleyen dillerinizi, bize düşmanlık besleyen yüreğinizi parçalayacağım! Ticarethanemi iflas ettirdiniz, değil mi?.. Yarın Yunan ordusuna katılmak üzere hareket ediyorum. Görüşürüz!”

30 Ekim 1912

– “Bugün Efzun Alayı’nın 1. Bölüğü’ne tayin olundum! Bir kaç gün sonra taarruza geçeceğiz! Ah, eziyet ede ede Müslüman öldürmek bana acaba nasip olacak mı?”

19 Kasım 1912

– “Şimdi bütün ümitlerimden en muazzez nasibi almış bulunuyorum!.. 7 esir subayı tabancamla birer birer alnından vurdum! Birisi jÖN TÜRKLER’dendi. Onu Selânik’ten tanıyordum. Altısını işkencesiz öldürdüm. Fakat bu hayvan herifi aç susuz bıraktım, bir kolundan ve bir gözünden mahrum ettim. Nihayet dün ayaklarını TESTERE ile biçtirirken geberdi!”

– “39 neferi bataklığa attırdım!.. Yarabbi, bunların boğulurken kurtulmak için uğraşması ne kadar eğlendirici! Biri su yutunca yalvarmaya başlayıp, ‘ALLAH!.. ALLAH!’ boğuk sedasıyla beraber ağzından çamur fışkırıyordu!”

28 Kasım 1912

– “Dün bir kurmay yüzbaşı ile 170 asker esir oldu. Askerleri yok etmek güç değil! Fakat ben en ziyade münevver dimağları (aydın beyinleri) söndürmek istiyorum. Ondan sonra TÜRKİYE kendi kendine ortadan kalkar! Onun ortadan kalkmasından BİZANS doğar!..”

– “Ne çare ki, Avusturya muhabirleri ve Fransız Konsolosu bu subayı gördüler. Zaten tanıyorlarmış. Gayet cesur, kahraman ve namuslu bir subaymış. Demek ki mutlaka gebertilecek bir domuz idi! Gece odasına gittim. Gafil avlayarak bir kurşunla kafasını dağıttım. Muhabirlere, konsolosa ‘maalesef namuslu subayın intihar ettiği’ haberini verdim!”

30 Kasım 1912

– “Allah’ım, ne kadar bahtiyarım!.. Şimdi BİZANS tarihini, FATİH’in torunlarından akan bir KAN DERYASI ile yıkayarak DÖMEKE’nin acısını çıkardık!”

– “Uyan ey kahraman ecdat! Uyan 11. KONSTANTİN!.. senin tah ve tâcını süvarilerine çiğneten FATİH’in ölü askerleri, bak, çekirgeler gibi tarlalara serilmiş!.. Subay ölüleri yüzüstü kapanarak mağlubiyetlerini itiraf ediyorlar!.. OSMANLI SANCAĞI Kızılhaç hastahanelerinin kapı eşiğine (paspas olarak) serilmiş, giden gelen ayaklarını siliyor!.. Atımın altında taş yerine kesilmiş kafalar, toprak yerine yumuşak cenazeler yatıyor!..”

– “Şanlı Elen orduları ayak bastıkları köylerde Türk hurafesinin bütün zincirlerini kırıyor, onları Yunanlaştırıyorlar!.. Onlara Hıristiyanlığı kabul ettiriyor!.. Çocuklar, kadınlar süngülerimizin parıltısını görür görmez derhal haçı öperek Hıristiyan oluyorlar!.. (Hıristiyanlığı kabul etmeyen) mutaassıp domuz Türkler’in kafalarını kasaturalarla vücutlarından ayırıyoruz!.. Vardığımız köylerde minareler, mabetler, mescitler dinamitlerle uçuruluyor!..

– “Ben, Türk nâmına elime geçenleri öldürmeyi, bir medeniyet borcu addediyorum. Türkler’e merhamet etmek, onları hasretli oldukları cennete göndermektir!..”

8 Aralık 1912

– “Türk unsurunun kökünden mahvı için türlü buluşlar icat eden Dr. İSTAFANO’nun fevkalâde zekâsını hatıratıma kaydetmeyi bir borç biliyorum.”

– “Bu zeki doktor İSTANBUL Tıbbiye Mektebi’nde meccânen (parasız) tahsil ettikten sonra, Türk kadınlarına gösterdiği nazik ve terbiyeli tavırlardan dolayı çok para kazanmış, büyük bir şöhret sağlamıştır. TARABYA’da hâlâ köşkü vardır!”

– “Mesut talihim beni Dr. İSTAFANO ile birleştirdi. Birlikte çalışıyoruz. Burada bir kaç Alman muharriri baş belâsı gibi duruyor. Sık sık esirleri ziyaret ediyor, ahali ile temasta bulunuyorlar. Binaenaleyh, hayvan Türkler’i pek âşikâr boğazlıyamıyoruz.”

– “Bunların imhası için Dr. İSTEFANO, gayet tedbirli ve mahirâne projeler hazırlıyor… Şişelerle DİZANTERİ , TİFO mikrop kültürlerini bakkallara dağıttı. Müslüman Türkler’in satın aldıkları şeylere hemen bir-iki damla katılıyor. Evler gizlice gözetleniyor. Hastalık alâmeti baş gösterir göstermez, resmî surette o mahalleyi kordon altına alıyoruz. Artık oraya ne ecnebî muhabirleri, ne de konsoloslar girebiliiyor!.. Kuvvetli zehirleri ilâç diye hastalara tutuşturuyoruz. Sancılana sancılana, kıvrana kıvrana telef oluyorlar!”

– “Hastalığa yakalanmayanlara (sözde korunma için) verdiğimiz haplar da (bu) kuvvetli bünyeli Türkler’i öldürüyor.”

15 Aralık 1912

– “Miralay beni çağırdı. Esirleri türlü türlü uydurma bahanelerle ecnebilere sezdirmeksizin mahvettiğimi bildiği için bana iltifat etti! Buradaki 3.000 esir (asker) ve 120 genç subayın yok edilmesi için zekâma, dirayetime müracaat etti!”

– “Bütün Türk esirlerini kurmay subayları ile beraber yanımızdaki kışlaların üst kısmına balık istifi denecek bir halde birbiri üstüne yığdım!.. Zemin katında zaten patlayıcı madde ile 30 barut fıçısı ve bir miktar top cephanesi vardı. Muhafazalarına memur olan Yunan neferlerinin yerine, TESELYA Müslümanlarından 10 kişi seçtim. Gece herkes yatsı namazında iken, verdiğim işaret üzerine zemin ve sema alevler içinde kaldı. Müthiş bir tarraka koptu! Etrafa baş, kol, bacak, gövde tufanları, kan serpintileri yağıyordu!.. İmamlar bile namaz ve ibadeti unutarak can havliyle dışarı fırladı!.. Bu izdiham arasında süngülerimiz güzel iş gördü.”

– “Hemen bir şayia çıkardık!.. Türkler’in katliam ettiklerini, Yunan askerlerine ansızın hücum ettiklerini yaydık!.. Muhabirler korkudan dışarı çıkamaz oldular. 4-5 saat bu güzel fırsattan istifade ederek toplu bir halde bulunan Türkler’in üzerine aslan gibi atıldık!”

– “Kendilerini kurtarabilenler büyücek bir camiye sığınarak kapıları kapamış, mandallarını sürmüşlerdi. Caminin dört tarafına gazyağı dökerek ateşledik. Kapıdan çıkanlar derhal süngüleniyordu!”

– “Gece, her taraf karanlık!.. Bu kırmızı alevler içinde siyah bir başın fırıldak gibi nasıl döndüğünü, kadınların saçlarından tutuşunca pervane gibi nasıl dansettiklerini görmeli!.. Hele Türkler’in vücudu tutuştuktan sonra çıtırtılardan daha müthiş sedalar çıkartıyor. Büsbütün zevk verici bir zafer musikisi teşkil ediyor!”

21 Aralık 1912

– “Şimdi bütün kızgınlığım, bütün düşmanlığım TÜRK KADINLARI’na intikal ediyor!.. SELÂNİK’te bulunduğum esnada ipekli çarşafların ılık ve kokulu süsleri içinde kızaran, terleyen bu gönül alıcı ruhlar, benden o kadar irkilir, o kadar kaçarlardı ki, irademin o siyah kirpiklerin altındaki iri gözlere mağlup olduğunu hissederdim. Fakat mutaassıp hainler, kat’iyyen benim aşkıma ehemmiyet vermezlerdi!.. peçelerini örtüp vakur bir edê ile çıkar giderlerdi.”

– “(Şimdi ise) Dr. İSTEFANO ile beraber müslüman evlerinde kadınların muayene bahanesi ile çarşaflarını, peçelerini yırtarak güzel gençlerin göğsünü, memelerini muayene için anadan doğma çırılçıplak soyardık. (Ancak) onları soyuncaya kadar (üzerlerinde) 5-6 değnek kırmalı! Hele bazıları, ‘Öldürün beni! ALLAH’ın, Peygamber’in huzuruna bâkire olarak çıkarak sizi şikâyet edeceğim!’ diye bizi tehdit ediyorlar! Kahkahalarla gülüyoruz!” (aynı eser)

BİR YUNAN KUMANDANIN MEKTUBU :

– “Günahkâr teğmen! Kimbilir. benden ne kadar uzun alkışlar ümit ediyordun!”

– “(Halbuki) Yunan milletini hatırına getirmeyerek, beceriksizce bir nezaket eseri göstermek için hedefi, gayeyi unuttun!”

– “Türkler’in cenazelerinden, kemiklerinden, kanlarından doğacak BİZANS ihtişam ve idaresini bırakıp, sadece bir Türk kadının yalancı alkışlarına aldandın!”

– “Senin böyle sersem olduğunu bilseydim, emin ol Konstantin, İSTANBUL’dan geldiğin zaman seni yedek subay olmaktan menederdim!”

– “Yalnız TÜRK MİLLETİ’nin değil; TÜRK sözünün de tarihten, lugattan, coğrafyadan silinmesi için her fırsattan istifade edeceğine; yeminine nasıl ihanet ettin!.. Düşündükçe çıldıracağım geliyor!..”

– “700 er, 25 subay, 60 kadın, 30 çocuk… Bunlar ele geçmez bir esir kafilesidir!.. Sen deli misin be yavrum, kızarmadan ‘bunları SELÂNİK’e gönderdiği’ni nasıl yazabiliyorsun?.. Size mektepte böyle mi terbiye verdik?”

– “Eğer sen bu kafileyi ovalarda boğazlayarak kanlı, şanlı ellerinle memleketine avdet etseydin, bütün güzel genç kızlar nazarında bir HERAKLİS kadar şâyân-ı tebcil olacaktın!”

– “90 esiri, yolda bazı bahanelerle boğazlatmışsın!.. Bunu o kadar parlak cümlelerle yazıyorsun ki, TRUVA muharebesinin kahramanı kadar gururun kabarmış!.. Bunu yapacağına SUBAYLAR’ı, KUMANDANLAR’ı ortadan kaldırsaydın!.. Bir subayın kaç senede meydana geleceğini bilmez değilsin!. (Onun yerine) erlere kabadayılık yapmışsın!.. Biz 90 değil, 9.000 de değil; 90.000’i kasaturadan geçiriyoruz da, yine âdi bir vak’a halinde naklediyoruz!”

– “Kadınlar meyanında, babaları muharebede telef olmuş bir Türk generali ile, iki binbaşının kızlarından bahsediyorsun… Birer birer bekâretlerini izâle etmişsin. Hele birisi 11 yaşında imiş!.. Bravo!”

– “60 kadının içinden hâmisiz 3 kızla zevk ve sefa edebilmeye muvaffak olabilmişsin!.. Öbür dilber kadınlarla eğlenmeye erkekler mâni olmuş imiş!.. Hah hah ha!.. Hangi erkekler?.. Onlar hayvan, dostum, hayvan!.. Senin elinde esir Türk subayları!.. Bunlar mı mâni oluyor?..”

– “Ahmak Kosti!.. Tabancan yok muydu?.. Milletin sana Türk kafası patlatmak için verdiği silahların hiçbiri yanında değil miydi?”

– “Yunanlığın affetmeyeceği bir hata varsa, o da eline geçmiş iken genç Türk binbaşısını öldürmemekliğindir!.. Bu aile ile aranızda bir tanışıklık varmış!.. Bu derece şefkat TÜRKLER’den başka kimsede bulunmaz!..”

– “Yalnız paralarını gasbetmekle yetinmişsin. Kendilerine nezaket göstermişsin. Türk kızları ayrılırken, ‘Mersi, nazik subay’ diye teşekkür etmişler!.. O vakit aklın başına gelmiş. Bunları yarı yolda becermediğine pişman olmuşsun!.. Yunan lugatında menfaatten başka nezaket yoktur! (Bilmez misin?)”

– “Bak, (anlatayım da gör) ben senin gibi avanaklık yapmış mıyım?.. İki kardeşim BEYOĞLU’ndaki ticarethanemizi satarak Yunan ordusuna gönüllü yazıldıkları zaman, ben onları kendi taburuma yazdırdım. Bizi MİDİLLİ’ye yolladılar. Taburumuzun askerlerini, GİRİTLİ çetelerden takviye etmiştim. MİDİLLİ’yi zapteder etmez, oradaki OSMANLI SANCAĞI’nı indirip yaralılara sargı bezi yaptırdım. İlk işim esirleri ortadan kaldırmak oldu.”

– “Sıra ahaliye gelince, evleri basmaya başladım! (Liberal) PRENS SABAHATTİN partisinden iki (hain) genç, ahaliyi müdafaaya teşvik eden İTTİHAK VE TERAKKİ âzâlarını birer birer gösteriyordu! Ekserisine âsi kulpu takarak kurşuna dizdirdim. İTTİHATÇI domuzlardan birisi kaçarken yine o iki gencin yardımıyla tevkif ettirmeye muvaffak oldum.”

– “Meğer bu (adam), eski kumandanlardan bir doktor binbaşı imiş! İSTANBUL’a gittiğim zaman buna bizim amcazâdelerin ticarethanelerinde tesadüf etmiştim. Hatta bir gün bir çiçek kadar güzel üç kızını da görmüştüm. En küçüğünün kirpiklerinden bir elektrik yayılıyormuş gibi vücudumun titrediğini hissettim…”

– “8 ay sonra MİDİLLİ’de bütün ailesine tesadüf ettim. Doktoru hapishaneye yolladım. Türk perilerini de himaye bahanesiyle odama yılladım. Zaten evleri ararken tesadüf ettiğim güzelleri, hep boş bir konağa toplamış idim. Şehrin bütün diğer kadınlarını, neferlerle Giritli çetelere bağışladık.”

– “Akşam hanımları birer birer çağırdım. Sözümona soruşturma yapıyordum. En nihayet sıra küçük hanıma geldi. Babasını çok sevdiğimi, tahliyesinin elimde olduğunu anlattım. Zeki kız, (niyetimi) anlamıştı. Gittikçe rengi soluyordu. Hissiyatımı açıkça söyledim. Kabul ederse, kendisi ile evleneceğimi bile teklif ettim. Ne beis var? Hristiyan olursa, bana lâyık bir şark perisi idi. Gözlerinden yağmur gibi yaşlar akmaya başladı.”

– “Bir bûse, bir temas diye yalvardım… ‘Efendi, beni öldürünüz,’ mukabelesinde bulundu. Gönül rızası ile muvaffak olamayacağımı anladım. Ertesi günü, bizim doktor YORGİ’ye müracaat ettim. Bir mayi verdi. İçtikleri suya döktüm. Az bir müddet sonra üçü de leş gibi serilmiş, uykuya dalmışlardı.”

– “NEZİHE!.. Ne kadar nefis bir ruh!.. Baygın bir kraliçe gibi uyurken dudaklarını öptüm. Hiç bir şiddet, hiç bir mâni yok!.. Sonra sıra ile öbür kardeşlerine gittim… Ertesi gün beni görünce başlarını çarşaflarının içine alarak ağlamaya koyuldular!””

– “Bir gün fazlaca sarhoş idim. Taarruz ettim. Hakaret etti!.. O hiddetle hemen hapishaneye giderek doktoru ipe çektim… Bak, mülâzım doktor ne yazmış: ‘Kızım, hayatın değeri yoktur! En kıymetli şey ismet ve iffettir. Ben seni bâkire ve mazlum bıraktım, öylece bulmak isterim.’ … (Dönüp) babasının vasiyetini suratına fırlattım. Saçlarını yolarak kendisini pencereden atmak istedi. İki er çağırdım ve kendisini bağlattım.”

– “Sabahleyin ziyarete gittiğimde taş gibi dönmuş, dudakları sapsarı olmuştu!.. Cenazesini attırdım!.. Şimdi iki kızkardeşi deli bir halde bulunuyorlar. Hele birisi hamile!..”

İMZA : MİDİLLİ Merkez Kumandanı ALEKSANDR

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK diyor ki:

– “Millî hayatımızda yediden yetmişe hepimizin bilmesi gereken zafer günlerimiz olmakla beraber, ACISINI DÜNYA DURDUKÇA İÇİMİZDEN ATAMIYACAĞIMIZ MİLLÎ FELAKET GÜNLERİMİZ DE VARDIR… 1877 Rus Harbi sonu büyük muhaceretleri!.. TÜRK’ÜN AVRUPA’DAN ÂDETA KÖKÜNÜN KAZINMASI İSTEĞİYLE HORTLAYAN HAÇLI ZİHNİYETİNİN GİRİŞTİĞİ TOPLU KATLİAMLAR!.. 1912 Balkan Savaşı ve TÜRKLER’e reva görülen zulüm ve İŞKENCELER!.. Tarihin bu acı mirasları her TÜRK’ün kalbinde unutulmamak üzere dünya durdukça muhafaza edilmelidir. Milletimizin kalbinde HİSS-İ İNTİKAM olmalı!.. Bu alelâde bir intikam değil; hayatına, ikbaline, refahına düşman olanların mazarratlarını izaleye matuf bir intikamdır” (16.3.1923)