Dikkat KÜRT İSTİLASI PLANI VAR. Birileri Bizi Uyutuyor, 70 Yıl Sonra Çoğunluk Kürtlere Geçecek

G.F. Ç.
Ordu kanadının terörle mücadeleye vurgu yapan açıklamalarına karşın, Hükümet sorunu bir “terör” ve “terörle mücadele” sorunu olarak değil, “demokratikleşme” sorunu olarak gördüğünü, hatta “milli bir mesele” olarak gördüğünü bizzat Başbakan’ın ağzından açıkladı.
Öncelikle Ordu kanadının görüşleri üzerinde biraz durmakta fayda var.
Genelkurmay, mevcut yasaların kendilerinin terörle mücadelesini kısıtladığından bahsediyor.
Hükümet ise askerin terörle mücadele etmesi için herhangi bir kısıtlama olmadığı cevabını veriyor.
Terörle mücadele hukuki bir mesele değildir.
Çünkü ortada terör varsa, hukuk dışı bir olguyla karşı karşıyayız demektir.
Böyle bir durumda, yapılacak iki şey vardır: Birincisi, hukuk dışına çıkan terör güçlerini yakalamak ve hukuka teslim etmek.
İkincisi ise, hukuk dışına çıkan terör güçlerini, silah yolu ile engellemek, yani askeri yol.
Ordu, terörle mücadelede silahı kullanır.
Onun görevi, devlete silah çeken teröristi etkisiz hale getirmek, silah bırakmaya zorlamak, yakalamak, en son seçenek olarak da yok etmektir.
Ordu’nun şikayeti eğer mevcut yasalarla teröristlere, onların destekçi ve yandaşlarına caydırıcı bir ceza verilemediği ise bunda elbette haklıdır.
Bir terör örgütünün, örgüt üyelerinin ve yandaşlarının serbestçe hareket etme hakkına sahip oldukları bir ülke durumundadır Türkiye.
Ama bunun böyle olması, Ordu’nun terörle mücadele etmesinin kısıtlanması değildir.
Siz teröristi yakalarsanız ve onu hukuk bırakırsa yapmanız gereken teröristleri yakalamaya devam etmektir.
‘Zaten serbest bırakılıyorlar’ diye bir bahane olamaz.
Burada Ordu’nun, terörle mücadelede en büyük kısıtlayıcı gücü açıklamadığını belirtmeliyiz.
Bugün Ordumuz, terörle yeterli şekilde mücadele edememektedir, çünkü Ordu’nun terörle mücadelesi ABD tarafından kısıtlanmaktadır.
Türk Ordusu, arkasında ABD’nin bulunduğunu bildiği teröristlerle mücadele edememektedir. Çünkü böyle bir mücadelenin sonunda ABD ile savaşma riski bulunmaktadır.

TÜRKİYE’DE KÜRT İSTİLASI PLANI VAR
—————————————
Kurtuluş Savaşımıza katılmayan Kürtler, özellikle 1990 yılından itibaren yoğunlaşan bir şekilde Türk devletine savaş açmıştır.
Kürtçülerin en önemli tezlerinden biri de Güneydoğu’da ekonomik ve sosyal zorlukların olduğu ve devletin bu bölgeleri boşladığıdır.
Oysa nüfus artış oranları ayrılıkçı Kürtçüleri yalanlamaktadır.
1990’dan itibaren Türkiye’de 15 yıllık nüfus artış oranı ortalama %24’tür.
Oysa bu rakam Güneydoğu’da %40’tır.
Karadeniz, İç Anadolu ve Doğu Anadolu’nun Türk nüfusu azalırken Kürt nüfusu artmaktadır.
ABD uluslararası Kürt meselesinde dümeni ele aldı
PKK’nın son dönem artan silahlı eylemliliğinin arkasındaki gücü, Ordu doğru bir şekilde tespit edebilmiş midir?
Ya da bunu açıklayacak cesarete sahip midir acaba?
PKK eylemliliğini, Türkiye’nin AB sürecini baltalamakla açıklayan teoriler, özellikle iktidar içindeki Kürtçüler tarafından ve bir kısım medya tarafından yüksek sesle dillendirilmeye başlandı.
PKK’nın silahlı eylemleri, AB Uyum Yasaları’nı hedef konumuna getirecektir.
Çünkü gerçeken de mevcut yasal düzenlemeler terörü cezasız bırakmakta, hatta devlete karşı terörü korumaktadır.
Bu nedenle PKK eylemleri, nesnel bir şekilde, toplum içinde AB’ye ve AB Yasaları’na tepkiyi yükseltecektir.
Bu işin doğasıdır. Bu eylemlere girişen PKK da elbette bunun bilincindedir.
Ancak PKK’nın eylemleri, Türkiye’nin AB sürecinde tam olarak nereye düşmektedir?
PKK’nın son silahlı kampanyası dikkat edilirse ABD’nin tüm Orta Doğu’da PKK’ya yüklediği yeni misyonla doğrudan alakalıdır.
PKK’yı uluslararası operasyonel güç olarak değerlendiren ABD, bu gücü Türkiye, İran ve Suriye’nin üzerine salmıştır.
Artan PKK terörünün nedeni, ABD’nin uluslararası Kürt meselesinde dümeni ele almış olmasıdır.
Kuzey Irak merkezinde denetimi ele alan ABD, bölge ülkelerine ve elbette Kürt meselesinde söz sahibi olmak isteyen rakibi AB’ye karşı önemli bir avantaj elde etmiştir.
Bu avantajı değerlendirerek, uluslararası Kürt hareketinin ikinci ayağı olan PKK’yı da tümüyle ele geçirmiştir.
PKK’nın ABD tarafından tümden ele geçirilmesi, uluslararası Kürtçülüğün hamiliğinin Avrupa’dan ABD’ye geçmesi demektir.
Bu bakımdan ABD, çok önemli bir uluslararası mevzi kazanmış bulunmaktadır.
PKK saldırıları neyi hedefliyor?
Böyle bir mevzide başlayan PKK saldırıları, doğrudan ABD’nin lehine bir süreci tetiklemektedir.
Şöyle ki:
1- PKK saldırganlığı Türkiye’de AB’ci çevreleri tecrit etmektedir. Böylece ABD, AB’ye karşı güçlenmektedir. Türkiye’nin AB üyelik görüşmelerinde sıkışacağını gören ABD, PKK’yı Türkiye’ye saldırtarak Türkiye’yi AB’den kopartmakta ve kendine bağlamaktadır.
Bu noktada Kıbrıs’taki gelişmelerle Kürt meselesindeki gelişmeler birbirini doğrulamaktadır.
ABD’nin Kürt meselesinde inisiyatifi ele almasına Fransa, Rumların hamiliğine soyunarak ve Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya çalışarak cevap vermektedir.
Ancak bu silah da geri tepmekte, Türkiye’de AB karşıtlığını arttırmakta, Türkiye’yi daha çok ABD’ye itmektedir.
2- PKK saldırıları Türk hükümetini bir çıkmaza sokmaktadır. Terör, bir hükümet için olabilecek en önemli sorundur. Terörle mücadelede yetersiz kalan hükümet ayakta kalamaz.
Bunu gören Hükümet, ister istemez ABD taleplerine boyun eğmek zorunda kalacaktır.
Terörün bitmesi karşılığında teröre ve arkasındaki ABD’ye belli bazı tavizlerin verilmesi gerektiği düşüncesi güç kazanacaktır. Nitekim öyle de olmaktadır.
3- PKK saldırıları sadece Hükümeti değil aynı zamanda Ordu’yu da yıpratmaktadır. Teröre karşı eli kolu bağlı bir asker görüntüsü Ordu’nun prestijini düşürmektedir.
Ancak Ordu üzerindeki asıl etkisi prestij kaybından ziyade askeri bir tehdittir.
ABD, PKK’yı saldırtarak Türk Ordusu’na bir savaş durumunda ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir.
Teröre karşı mücadelede bile yetirsiz kalan bir ordunun ABD’ye karşı savaşı göze alması elbette beklenemez.
4- Son olarak PKK saldırıları Amerikancı bir darbenin ön koşullarını sağlamaktadır.
Artan terör, ister istemez sivil idareden askeri bir idareye geçişi zorlar.
Dünyanın her yerinde yoğun şiddet olan ülkelerde askeri önlemler çoğalır.
Türkiye’de artan terörün askeri önlemleri arttıracağı beklenmelidir.
Ama sadece önlemler değil aynı zamanda askerin siyasal varlığı da artacaktır.
Bu ise, ABD’nin tam da 12 Eylül stratejisidir.
Terörü önce tetiklemek, sonra ise onu dizginleyecek bir komuta kademesine olur vermek!
Artan terör kampanyasının böyle bir sonucu da beklenmelidir.
ANAHATLAR: AKDENİZ VE EGE
Kürt nüfus artışı doğal bir artış değildir, bir istila hareketinin parçasıdır. Diyarbakır merkezli Kürtçü hareket bu noktadan çevresine doğru bir Kürtleştirme hareketine girişmiştir.
Irak ve İran sınırına doğru başarı ile tamamlanan hareket artık kuzeye doğru yönelmiştir.
Son beş yıldır PKK’nın sızmaya ve yerleşmeye çalıştığı bölgedir.
PKK stratejisinin en önemli ayağı ise, büyük şehirlere ve kıyı şeridine hakim olmaktır.
Bu nedenle Güneydoğu’dan BU BÖLGELERE PLANLI BİR NÜFUS KAYDIRMA POLİTİKASI İZLENMEKTEDİR.
Antep’ten İzmir’e kadar güney sahillerinin etnik yapısı değiştirilmiştir.
Hedef alınan bölgenin özelliği denize açılma kapısı olması ve ekonomik rant kaynağı olmasıdır.
KÜRTLER, TÜRK NÜFUSUN 4 MİSLİ ÜREMEKTE ve bu nüfus fazlalığının bir bölümünü Güneydoğu’da tutmakta, ÖNEMLİ BİR BÖLÜMÜ İSE TÜRK BÖLGELERİNİ İSTİLA ETMEK İÇİN GÖÇERMEKTEDİR.

TÜRKİYE’Yİ APO ve PKK’ya MUHTAÇ ETME OPERASYONU
Türkiye’ye böylesi bir stratejik saldırı başlatan ABD aynı zamanda kendi denetimindeki medyayı da manipülasyon için devreye sokmaktadır.

Böylece Türkiye tek bir şeye zorlanmakatadır: Sınır ötesinde, Kerkük’te, Kuzey Irak’ta başını belaya sokmak istemeyen Türkiye, kendi ayrılıkçı Kürdü ile, yani PKK ve Apo ile barışmalıdır.
Ne de olsa Apo, yine de olabilecek en iyi Kürttür!
Bu teorileri, mevcut AB karşıtlığı, PKK içindeki AB’ci bölünme haberleri ile birlikte ele aldığımızda oyun daha net ortaya çıkar.
Amerikancı medya, Türkiye’yi Apo’ya gül vermeye zorlamaktadır.
Yani ABD doğru insanı kullanmaktadır!

T.ERDOĞAN’IN DİYARBAKIR’DAN VERDİĞİ MESAJ
Bu noktada Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır gezisi devreye girmektedir.
ABD’nin tehdidini gören Tayyip, Kürt meselesinde isteneni yapmaktadır.
Şimdilik PKK ve elebaşısı ile görüşemeyen Tayyip, PKK destekçisi aydıncıkları makamında toplayıp onlarla barış sözleşmesi yapmaktadır.
Bu sözleşme gereğince Diyarbakır’a gitmekte ve orada da aynı barış çağrısını yinelemektedir.
Tayyip Erdoğan’ın böyle hareket etmesi bizleri hiç şaşırtmadı. Tam da yapması gereken hamleyi yaptı.
1- Kürt sorununu kabul etti. Bilindiği gibi PKK terör örgütünün temel çıkış noktası Türkiye’de bir Kürt sorunu olduğu ve bu sorunun demokrasi içinde çözülmesi gerektiğidir. Başbakan tam da bunları ifade ederek PKK ile aynı çizgide olduğunu belirtti.
Ancak bu işte Tayyip’ten önce, Perinçek ve Demirel’in katkıları unutulmamalı.
Bilindiği gibi Perinçek dergisi aracılığı ile Kürt sorununu kabul ettirmek için onca çabalamış ve Demirel de “Kürt realitesini” tanıdığını açıklamıştı.
Bu üç Amerikancının, Tayyip, Perinçek ve Demirel’in Lozan’da buluşması gayet manalıdır.
ABD, has adamlarını AB’ye karşı mevziye sürmektedir.
2- Tayyip Erdoğan Kürt sorununu tanımakla kalmamış bunu İrlanda meselesine benzetmiştir.
Bilindiği gibi İrlanda yüzyıllardır İngiltere’nin sömürgesidir.
Türk olmasa bile Türkiye’nin Başbakanının kendi ülkesi için bula bula bu örneği bulması anlamlıdır.
Aynı Başbakan’ın yarın bir Pontus meselesinden bahsetmesi ve bu sorunun demokratik yoldan çözümünü savunması herhalde hiç bir Rumu şaşırtmayacaktır!
3- Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır’ı seçmesi de gayet anlamlıdır. Geçtiğimiz ay gerekirse sınır ötesine geçeriz efelenmesinin arkasından gelen bu gezi, Başbakan’ın sınır ötesinden kastının Diyarbakır olduğunu ister istemez düşündürtmektedir!..

TRAKYA VE KARADENİZ
Ege ve Akdeniz hattında başarıya ulaşan Kürt istilacılığı iki yeni hat daha açmıştır:
1) Sivas-Tunceli hattından Doğu Anadolu, İç Anadolu
ve Karadeniz’e çıkma. Nitekim Erzincan, Sivas, Tokat, Ordu, Samsun şu an bu yeni hattın hedefi
durumundadır. Bu yoldan PKK Karadeniz’e açılacaktır.
2) Çanakkale, Tekirdağ, Kırklareli hattından İstanbul’u Trakya’dan kuşatmak. PKK’nın uzun yıllardır süren Trakya’ya yerleşme çabası özellikle Trakya’nın sanayi bölgesinde gerçekleşmiştir.
Böyle bir istila hareketi kaçınılmaz bir şekilde Türkiye yöneticilerini olmasa bile Türkleri rahatsız etmekte ve uyandırmaktadır.
YILLARDIR TOPRAKLARINI, MAHALLELERİNİ, EVLERİNİ BU İSTİLACILARA AÇAN TÜRKLER YAVAŞ YAVAŞ BU KOMŞULARIN HİÇ DE İYİ NİYETLİ OLMADIĞINI GÖRMEKTE ve gördüğü yerlerde de tepkisini ortaya koymaktadır.
Son aylarda, Gönen’de, Çerkezköy’de, Bursa’da, İstanbul’da yaşanan gerginlikler BU DURUMUN HABERCİSİDİR.

PKK’ya ve ABD’ye MESAJ
Görüldüğü gibi Türkiye her halükarda Kürt sorunu adı altında PKK’yı tanımaya ve onunla barışmaya zorlanmaktadır.
Böyle bir zorlanma karşısında neler yapılması gerektiğine gelince…
Öncelikle silahlı eylemlerin en sert şekilde karşılanması gerekmektedir.
Ordu’nun herhangi bir yasal yetkiye ihtiyacı yoktur.
Bunu göstermesi için Ordu’nun ABD’ye savaşırım mesajını iletmesi gerekmektedir.
PKK son dönemde özellikle mayın ve bombalama saldırıları düzenlemektedir. Mayın saldırısı, yüksek teknoloji kullanılan bir saldırı türüdür. Doğrudan ordu gücü göstermektir.
ABD, PKK’ya NATO mayınlarını vermekte, Türkiye’nin mayın tarama araçlarını etkisiz kılacak teknolojik desteği sağlamakta ve Türk devletini açıkça tehdit etmektedir.
Türkiye bu saldırıya karşı öncelikle yurt içinde geniş çaplı bir operasyon başlatmalıdır.
Bir kaç yüz PKK teröristinin leşini yere sermeden ABD’ye mesaj verilemez.
PKK saldırılarının kesilmesi için İmralı umursanmalıdır. Terörün elebaşısı İmralı’dadır. İmralı’daki elebaşını tam tecride almak, dışarıyla tüm bağını kesmek, ABD’ye ikinci mesaj olacaktır.

KÜRT İSTİLASININ NÜFUS KAYITLARI
Ancak bu tür askeri önlemlerle bu mesele çözümlenemez. Öncelkle Türk milletinin Kürt meselesi konusunda bilinçlendirilmesi gerekmektedir.
Türkiye Başbakanının tersine biz Türkler Türkiye’de bir Kürt meselesi değil bir Kürt istilası olduğunu düşünüyoruz.
Yaşadığımız en önemli sorun budur.
PKK terör eylemlerini 15 Ağustos 1984’te başlatmıştı. Terör örgütünün arkasında emperyalist bir güç bulunmakla birlikte terörün sonuç alınacağı toplumsal dokunun yaratılması da önemli bir meseleydi.
Yani bölücülüğün sosyal, siyasal ve herşeyden önce de demografik zemininin yaratılması gerekiyordu.
Bu amaçla Özal iktidarı ile birlikte Türklere yönelik doğum kontrol kampanyası başlatılırken Kürtlerin nüfusunun arttırılması için özel çaba harcandı.
2005 yılı nüfus istatistikleri bugün karşı karşıya olduğumuz tehlikenin boyutlarını ortaya çok acı bir şekilde koymaktadır.
1- PKK’nın aktifleştiği 1990’dan 2005’e geçen on beş yılda Türkiye nüfusu toplam %24 artmıştır. Ancak bu nüfus artışının üstünde kalan bir bölge bulunmaktadır: Güneydoğu.
Güneydoğu nüfusu son onbeş yılda %40 artmıştır.
Güneydoğu’daki bu artışla birlikte Türk bölgelerdeki nüfus azalması da dikkat çekicidir. Karadeniz, İçanadolu ve Doğu Anadolu’nun Türk nüfusu artış göstermemiştir.
2- PKK, sadece Güneydoğu’da Kürt nüfusu arttırmakla kalmamıştır. Aynı zamanda Güneydoğu’dan Batı illerine doğru istila halinde bir Kürt göçü yapılmıştır.
Kürt istilası iki ana hattan ilerlemiştir.
Birinci hat Antep’ten Muğla’ya hatta Kuşadası’na kadar giden sahil şerididir.
Bu hatta kalan tüm iller Kürt akınına uğramıştır. Nüfus yapısı tümüyle değişmiş kentler Kürtleştirilmiştir.
Bu hat, kıyı şeridi olarak, uluslarası ticaret, turizm ve tarım alanında Türkiye’nin en önemli bölgesidir.
Şu anda buraya yerleşen Kürt istilacıların eline geçen bölge PKK’nın ekonomik gücünün önemli kaynağıdır.
İkinci hat doğrudan büyük şehirlere, sanayi merkezlerinedir. İstanbul, Ankara, İzmir, hatta Bursa ve Kocaeli gibi şehirler büyük oranda Kürtleştirilmiştir.
Böyle bir istila hareketi kaçınılmaz bir şekilde TÜRKİYE YÖNETİCİLERİNİ OLMASA BİLE Türkleri rahatsız etmekte ve UYANDIRMAKTADIR.

Böyle bir olasılık tüm Amerikancıları ürkütmektedir. Hükümet provokasyon önlemleri alırken, diğer taraftan Amerikancı medya devreye girmekte ve Türk-Kürt kardeşliği mavalı okumaktadır.
Lozan’da Tayyip Erdoğan’ın himayesinde konuşan Perinçek o nedenle biz Kurtuluş Savaşı’nı Türklerle Kürtler birlikte verdik demektedir.
Böylelerine hadi ordan diyoruz. Kurtuluş Savaşı’nda 33 bin şehit verdik, bunun ancak 700 tanesi Kürttü: Yani %2. Gerisi yalan. Çünkü askerlerimiz cephede, doğulu Kürtlerin askerlik çağında olanların hepside, askere gitmemek için zaptiye geleceği vakit dağlara çekiliyordu. Bunlar doğunun sözü dinlenir zevatının itiraflarıdır, iftira değildir.
(O şehitlerimiz de, birlikteliğimizi savunan yurtsever Kürt ailelerin kahraman çocuklarıdır)

Öyleyse aklımızı başımıza alıp, bu konuları hangi tedbirlerle gideririz? Bu arayışı öne alıp, yeni politikalar oluşturup;
Doğunun savunmasında rol alan yurtsever Kürt kardeşlerimizi güvenceye alıp, ayrılıkçı Irak yanlısı Kürtleri bu ülkeden kovmanın yolunu çizmeliyiz.
AKSİ HALDE, 70 SENE SONRA BÜTÜN TÜRKİYE’NİN İDARESİ, ÇOĞUNLUĞA GEÇECEK OLAN KÜRTLERE BIRAKMAK ZORUNDA KALACAĞIZ.
GERÇEKLER ORTADA, KİMSE AKSİNİ İDDİA EDEMEZ.
ÇOK YAKIN TARİHİMİZDE DİYARBAKIR’IN %13’Ü KÜRT İKEN, BU GÜNKÜ DİYARBAKIR’A BAKIN. DİKKAT.
HEMEN YENİ PROJELER ÜRETİLMELİ.
BU PROJELERDE KERKÜK, ERBİL, SÜLEYMANİYE’DEKİ TÜRKLERİN TAKASI DA DÜŞÜNÜLMELİ.
BÖYLECE BİZİ İSTEMEYEN ORAYA, BİZİMLE OLMAK İSTEYEN BURAYA, OLUR BİTER.
AKSİ HALDE 70 YIL SONRA………………….