ANADOLU MÜSLÜMANLIĞI versus ARAP MÜSLÜMANLIĞI
Anadolu dindarlığı, melez bir dindarlık türüdür. İçinde İslam dışı bir çok unsur vardır. Eski Anadolu medeniyetlerinin izleri vardır. Anadolu Müslümanı, 1. Dünya Harbine kadar, faklı dinlerden olan halklarla asırlarca barış içinde yaşamıştır. Bu topraklar, farklı yaşam biçimlerinin bir arada, barış içinde yaşamalarına imkan sağlamıştır.
Bu sebeple, Anadolu dindarlığında hoşgörü, affedicilik, farklılığa tolerans hep olmuştur. Dinini uygulayan ile uygulamayan arasında düşmanlık yoktur. Varsa, bu son yıllarda başlamıştır.
Anadolu Müslümanı hiç camiye gitmemiş, oruç tutmamış olanları da, imama, müftüye, Diyanet İşleri Başkanına saygılıdır. Hatta kiliseye, çana, papaza da saygılıdır. Böyle yetişmiştir. Böyle bir terbiye ile büyümüştür.
Ne var ki, bu harika sosyal yaşantı modeli, son senelerde bozulmaya başlamıştır. Din şekil değiştirmiştir. Halk içinden çıkıp yönetime el koymuştur. Devlet adamlarının davası halini almıştır. Bir ideoloji ve rejime dönüşmüştür. Eğitim kurumlarında, üniversitelerde, bir cephe hareketine dönüşmüştür.
Bu son haliyle din, Anadolu Müslümanlığını terk etmiş, Arap Müslümanlığına özenmiş, heveslenmiştir.
Ezanlarımız bile değişmiş, minarelerimizde, o kulağa hoş gelen seda yerine, Arap deve çobanının bağırtıları biçiminde, okunur olmuştur.
Hoşgörü daraldı. Halk arasında cepheleşme, nefret söylemi baş gösterdi. Bir siyasi partiye bağlılık, aynı zamanda Müslümanlığınızın da karinesi oldu.
Dindar ile dindar olmayan, biri birine saygı duymaz oldu. Cami, minare, imam, müftü, saygın kavramlar olmaktan çıktı. Diyanet İşleri başkanı bile alay edilen, saygı duyulmayan bir kimse haline geldi. Çünkü bu kişi, Anadolu Müslümanlığı yerine siyasi İslam’ı, Arap Müslümanlığını, tercih eden biri oldu.
Sanki bu coğrafyanın medeni dindarlığı ve din algısını bırakıp, ilkel, yasakçı, insan haklarına tamamen aykırı, SELEfİ Müslümanlığına doğru bir hareket içindeyiz.
Bu kısa makaleyi bitirmeden, iki Arap öğrencimin başından geçen bir olayı dostlarıma aktarayım:
Bu öğrenciler, bir sefarette diplomat olarak görevliydiler: Benden bir doktora dersi alıyorlardı. İkisi de bekardı. Bir gün, akşam eğlenmek için bir eğlence kulübüne gitmişler. Girişte, görevli kişiler, yanlarında eş veya kız arkadaşları olmadığından içeri almak istememişler. Sonra, “Biz de Müslümanız ve diplomatız” deyince, almışlar onları içeri. Kulüp’ten çıkınca, biri diğerine “Ben Türklerin Müslümanlığını beğeniyorum. Hangi İslam ülkesinde bu toleransı görebiliriz?” diye iddiada bulunmuş. Diğeri de şaşırmış: “Gerçekten İslam Türklerin yaşantısı mıdır?” diye tartışmışlar.
Ertesi hafta, derste başlarından geçen bu olayı bana anlattılar. Ben de: Bu gördüğünüz, bu ülkede yaşadığınız, Anadolu Müslümanlığıdır ve kuru, yasakçı İslam’dan ibaret değildir. Geçmiş medeniyetlerin birikiminin, bu insanlara bağışladığı bir yaşam biçimidir. Ne yazık ki, Araplar kendi vatanlarında, İslam uğruna eski medeniyetlerin izlerini yok ettiler. Mesele budur’ dedim.
Hazin olan husus, bizim şu Anadolu Müslümanlığını bırakıp, Arap öğrencilerimin kaçmaya çalıştıkları Arap Müslümanlığına talip olmamız.
Yasin CEYLAN